26 Haziran 2009 Cuma

The Big Shaqalier

Valla bu yaz iyi takas yaptı müdür. Malumunuz draft öncesi takımlar kaderlerini etkileyebilecekleri çok önemli takaslara imza attılar. Jefferson'ın çer&çöp karşılığında Duncan'ın kanatları altına girmesi, Miller ve Foye'un başkente gitmesi, Otis Smith'in bana göre hatalı bir karar alarak Carter'ı Florida'ya getirmesi, hepsi çok önemli şüphesiz. Bunlardan uzun uzadıya bahsetmeyeceğim, zaten kulübe arkadaşım Mesut bahsetmişti, okumayanları şuraya alalım efendim. Neyse, bizim konumuz Shaq - Cleveland takası, ordan ilerleyelim. Pavlovic, Big Ben, 2009 Draftı 46. sırası ve 500 bin dolar verdik kocaoğlan için, iyi anlaşma.

Öncelikle yüzük yolunda çok önemli takviye bana göre. Takas kesinleştikten sonra "Shaq'ın ölüsü yeter aaabi" diyenlerdendim. Gerçekten de bizimkilerin özellikle playofflarda ayyuka çıkan pota altı üretim sorununu görünce her türlü pozitif bir etki sağlayacaktır takıma diyebiliyorum. Savunmada da koca cüssesiyle her zaman Howard dahil herkesin arkasında kalabilir, o da çok önemli tabi. Bu arada zaten derin olan pota altı rotasyonumuz daha da zenginleşti Shaqtus'un gelişiyle, Varajeo'yu da tutacaktır Dan Gilbert. Joe Smith'in takımdan ayrılacağını öngörürsek takımda şu anda en önemli eksik PF pozisyonunda gözüküyor. Alıştığımız üzere yeniden yapılanmaya giren Bucks'dan Charlie V gelirse iyi iş yapmış oluruz, kendisi de dünden hazır zaten...

Milliyet'ten İnciler

Öyle farklı, dehşet verici, yeni şeyler yazmayacağım. Alıştığımız klasik sapıtmalardan biri daha gelmiş Milliyet'ten. Normalde bu tarz şeyler hakkında yazmayı sevmem, herkes bu konudan şikayetçi ve yeterince değiniliyor zaten konuya ama değişen bir şey olmadığı ortada. Lakin, biraz önce NTV Spor'daki "7/9" programını izlerken tanıklık ettiğim bir haber üzerine, aynı haberi Milliyet'in kendi sitesinden okumak üzere bilgisayarın başına geçtim. Gazetede ve sitede verilen haberin başlığı aynı olmasına rağmen, iki haber arasında bazı farklılar vardı. Neyse, o sırada yan bölümde Rıdvan Dilmen'in "Cruzeiro favorim" ve Ercan Güven'in "Fenerbahçe: 1 Galatasaray: 0" başlıklı yazıları dikkatimi çekti. Yani, yazı dikkatimi çekmedi tabii de; başlıkların ilginçliğine dayanan bir merakla tıklayıp okudum ikisini de.

Rıdvan Dilmen'in Milliyet'teki köşesindeki yazıları kendisinin yazdığını zannetmiyorum ben. Özellikle de maç yazılarını. Zira, akşam sona eren bir maçın ardından NTV'deki %100 Futbol programı başlıyor anında, yaklaşık 1 saat sürüyor. Programdan sonra da bilgisayarın başına oturup, yazı yetiştirmek için uğraşacağını sanmıyorum kendisinin. Muhtemelen, gazetedeki herhangi bir çalışana maçla ilgili fikirlerini söylüyor, o çalışan kişi de onları bir şekilde kılıfına uyduruyor. Tamam, Rıdvan Dilmen'in yeterli zamanı olmayabilir gazeteye yazabilmek için. Veya, yeterli Türkçe bilgisi olmayabilir. Her ne kadar medyadaki çarpıklığın bana göre en önemli sebebi olsa da, ünlü bir eski futbolcunun ve şimdinin popüler yorumcusunun isminin gazeteler tarafından kullanılmak istenilmesini az çok anlayabiliyorum. Ama... Rıdvan Dilmen'in "iddaa eki" kıvamındaki yazıları, zurnanın zırt dediği yer oluyor benim için. Mütemadiyen "Denizli kazanır", "Hacettepe kaybetmez", "Fenerbahçe haftanın favorisi" başlığının altına 6-7 maç hakkında sırf yazılmış olsun diye yazılan 1-2 cümle. Asıl acı olan da bu tür köşe yazısı demeye dilimin varmadığı türden yazıların Milliyet gibi bir gazetede kendine yer bulabilmesi. Hadi, onu da geçelim. Rıdvan Dilmen, Türkiye Ligi'ni takip eden, bilen biri. Sonuç olarak da tahminlerini futbolseverlere aktarıyor diye kabul edelim. Peki ya bugünkü yazısı? Şuradan, bakabilirsiniz. Avrupa Futbolu hakkında sınırlı bilgisi olan ve bunu açıkça kendisi de kabul eden ve Avrupa Ligleri'ni fazla takip etmediğini kendisi de söyleyen Rıdvan Dilmen, ne ara Brezilya Ligi uzmanı oldu da, tüyolar veriyor ve tahminler yapıyor? Oldukça şaşırtıcı.

Ercan Güven'in yazısı da şurada. Ercan Güven'in arada bir iyi yazıları çıkmıyor değil, ama onlar da "bozuk saat bile, günde 2 defa doğruyu gösterir" misali hani... Bugünkü yazısı da bambaşka bir olay zaten. Sadece kendisinin atladığı bir konu değil, tüm medyanın üzerinde konuşup, yazdığı bir konu. Olayın doğru olduğu bu kadar cümbüşün ardından iki kulüp tarafından herhangi bir yalanlama gelmemesinden belli ama, idrak edilemeyen şu sanırım. Şampiyon takımı tebrik etmek için düzenlenen bir yemekte, üstelik spor medyasının üst makamlarından kişiler bulunuyorken, Fenerbahçe ve Galatasaray başkanları "ciddi" olarak ne diye transfer konuşsunlar? Arda Turan için değil sadece bahsettiğim, isterse hiç oynamayan Maldonado ve Yaser Yıldız olsun, bu kadar aptal kişilikler mi ki bunlar da, sizlerin yanında konuşsunlar transferi veya önemli birtakım hadiseleri. Hiç mi düşünmüyorsunuz, başkanların bu konuşmayı yazmak için neden sizlere izin verdiğini? Gerçekten, gerçek sanılıp, üstünden çıkarımlarda bulunulup, manşetlere taşınacak kadar değerli bir hadise midir bu iki başkanın yaptığı geyik?.. Onlar, oturdukları yerde kahkaha ata ata oluşturdukları tablonun vehametine gülerken, siz hala bu tamamen geyik amaçlı konuşma üzerinden çıkarımlarda bulunmaya devam edin...

Son haber de Frank Rijkaard ile alakalıydı ki, eksikliği hissediliyordu bir şeylerin, acaba nedir diye düşünürken, cevap niteliğinde geldi adeta. Haberin linki şurada var ama izlediğim programda haberin gazeteye yazılış şekli asıl insanı hayrete düşüren şey. Rijkaard, oyuncuların pestilini çıkartmış, 1.5 saat ara vermeden çalışılmış, Rijkaard orta sahaya gelip vurduğu 10 şutun 5'ini gole çevirip oyuncularına nasıl topa vurulacağını göstermiş, Skibbe döneminde 10 dakika olan su molaları 1 dakikaya indirilmiş ve tabiiiii, Rijkaard, idmanı sık sık durdurarak oyuncularına talimat yağdırmış... Ne diyelim, umarım geçen sezonun başında Aragones takımı çok iyi çalıştırıyor diyen Fenerbahçeli futbolcuların sezon sonunda "Aragones'le oyuncular arasında bir uyuşmazlık vardı, arada bir bağ kuramadı" senaryosu, bu sefer Galatasaray'da gerçekleşmez. Ama olsun be, varsın küme düşsün takım, yeter ki oyuncuların pestili çıksın! İşin şakası bir yana, şu gerçeği de biliyoruz ki, bu haberleri okuyunca yüzünde hunharca bir gülümseme oluşan az insan da yok değil bu ülkede. Artık yapımızdan mı kaynaklanıyor bilmiyorum ama çok zevk alıyoruz böyle işlerden. "Eti senin kemiği benim hocam, ehehe mehehe" mentalitesinin yıllardan beri süre gelen bir devamı olsa gerek...

25 Haziran 2009 Perşembe

İspanya 0-2 ABD

Amerika'nın Konfederasyon Kupası'na götürdüğü 23 kişilik kadronun yaş ortalması 24.8, yarı final maçında İspanya'ya karşı çıkan ilk 11'in yaş ortalaması 26.8. Sonradan oyuna giren 2 tane 24 yaşındaki oyuncuyu da ekleyince ortalama 26.2 civarlarına iniyor. Takımın gollerini atan Jozy Altidore 19, Clint Dempsey 26 yaşında. Takımın en kilit oyuncusu olan -aynı zaman teknik direktör Bob Bradley'nin oğlu- Michael Bradley, henüz 21 yaşında. Aslında, Amerika Milli Takımı'nın normal kadrosu bu değil, gençleri denemek adına epey değişik bir kadro getirmişler Güney Afrika'ya rakiplerinden farklı olarak. Bu bile finale çıkma başarılarında bir etken olarak görülebilir. Zira, Amerika gruptaki ilk iki maçında puan alamadan -5 averaja gerileyince dahi mücadele etmeyi bırakmadı. Mucize gerekiyordu son maçta gruptan çıkabilmeleri için. Ona rağmen bırakmadılar savaşlarını. Mısır'ı 3-0 mağlup ettiler ve Brezilya'nın İtalya'yı 3 farklı yenmesini beklediler.

Diğer yanda, İspanya Iniesta ve David Silva dışında EURO 2008 kadrosunun hemen hemen aynısıyla turnuvaya geldi. Teknik direktör Vicente Del Bosque, bu maç öncesinde sahaya en iyi 11'ini süreceğini belirtti. Lakin, o sahadaki ilk 11, belki kalite olarak rakip takımdan fersah fersah üstün olsa da, bünyelerindeki isteksizlik,doymuşluk ile maça angarya gözüyle bakmaları, onlara pahalıya mal oldu. Yine maçtan önce, ismini hatırlayamadığım bir oyuncu, basın toplantısında finalde oynayacakları (!) Brezilya maçı ile ilgili konuşmaya başlamıştı bile. Ha, unutmadan, onun arkasından röportaj veren ve yine ismini hatırlayamadığım Brezilyalı bir oyuncu da, finalde İspanya'ya karşı elimizden geleni ortaya koyacağız gibisinden laflar etti. Pek sanmıyorum, ama onlar da yarın ev sahibi Güney Afrika karşısında bir sürprize maruz kalırlarsa, şaşmamalı. Brezilya da buraya yepyeni bir kadroyla gelmedi. Alışık olduğumuz yıldızlar her zamanki gibi kadroda. Ama, o alışık olduğumuz yıldızlar, bu sefer eskisi kadar vurdumduymaz gözükmüyorlar. Özellikle; Julio Cesar, Maicon, Lucio, Andre Santos, Kaka Leite, Robinho, Luis Fabiano, Felipe Melo gibi isimler grup maçlarında oldukça hırslı ve istekli bir görüntü ortaya koydular. İspanya, grubundan Irak, Yeni Zelanda ve Güney Afrika gibi takımları yenerek buraya gelirken Brezilya, İspanya'yı eleyen Amerika, İtalya'yı mağlup eden Mısır'ı ve İtalya'yı devirmesini bildi...

Bu geceki maça yönelik en büyük övgüler elbette Bob Bradley'e gidecek. 35 maçtır mağlup edilemeyen ve 15 maçtır beraberlik bile tatmayan İspanya'nın nasıl mağlup edileceğinin şifresini ortaya koydu. Dünya üzerinde Messi ve Cristiano Ronaldo da dahil olmak üzere hiçbir futbolcu durdurulamaz değil. Aynı şekilde, şu an "en iyi" olarak gösterilen Barcelona ve İspanya Milli Takımı da... Şampiyonlar Ligi Yarı Finali'nde Guus Hiddink ve Chelsea takımı, Barcelona'ya tüm sezon yaptıklarının hiçbirini yapmasına imkan vermedi Camp Nou ve Stamford Bridge'de. Dakikalar 91'i gösterirken, Barcelona teknik direktörü Pep Guardiola, Guus Hiddink'in yanına gelip sırtını sıvazlamış ve bir nevi Roma'daki finale aldıkları bilet için, onu ve takımını tebrik etmişti. Hikayenin geri kalanını biliyorsunuz... Bugünkü İspanya-ABD maçı, o günkü Chelsea-Barcelona maçından biraz daha farklıydı. O günkü Chelsea, neredeyse gol için fırsat dahi vermemişti Barcelona'ya, ama birileri istemişti Barcelona'nın o golü atmasını. Bu gece, bundan farklı olarak sayısız fırsat yakaladı İspanya -sayısız fırsat yakalamaya çok yaklaştı da denilebilir aslına bakılırsa-. Her ne kadar doğru taktik hamleleri yapmış olsanız ve doğru bir 11, doğru bir diziliş tercih etmişseniz de, elinizde genç ve takım olgusunu tam olarak kavrayamamış futbolcu yığını mevcut.

Anlatmak istediğim şu: Belki Chelsea'nin Barcelona'ya karşı koyması, Barcelona'ya istediklerini yaptırmaması için Guus Hiddink'in futbol aklı yetebilir. Lakin, Amerika'nın İspanya'ya karşı koyabilmesi için, olağanüstü bir mücadeleye, karşısındaki "yenilmez" İspanya'nın "çok güçlü ama asla yenilmez değil" kimliğine bürünmesine ve açıkçası biraz da şansa ihtiyacı vardı. Amerika Milli Takımı'nın kondisyoneri her kimse tebrik ederim kendisini bu denli bitmek tükenmeyen bir takım yarattığı için. Ama, bu bitmek tükenmek bilmeyen enerjiyi sadece iyi bir kondisyonerle açıklamak mümkün değil. Özellikle, savunma kurgusunda müthiş bir organizasyon, harika bir yardımlaşma vardı Amerikalılar'da. Savunmadaki dörtlüde görev yapan Jonathan Spector ve Oguchi Onyewu'nun performanslarını yetenekleri ve kişisel becerileriyle açıklayabiliriz belki, ancak 29 yaşındaki Jay DeMerit'in bugünkü muhteşem performansını neyle açıklayabiliriz? Kariyerinde herhangi bir önemli takımda bulunmamış ve şu yaşına kadar Milli Takım'da ancak 15 defa şans bulabilmiş Jay DeMerit, bugün savunmanın en sağlam dayanağıydı Onyewu ile birlikte. Bu mükemmel savunma anlayışının aynısı İran Milli Takımı için de geçerli sayılabilir. İran'ın bu kupada bolca övgü toplayan dört defans oyuncusu ayrı ayrı takımlara dağıtılsa ve oralardaki bireysel performansları incelense? Eminim ki, bundan daha iyisi olmayacak...

87. dakikada direk kırmızı kartla oyun dışı kaldı teknik direktör Bob Bradley'nin oğlu ve saha içinde Amerika'nın Landon Donovan ile birlikte iki komutanından biri olan Michael Bradley. Son derece haksız bir karardı bana göre. Her şeyi bir kenarı bırakıyorum, rakibine önden, rakibi topla oynarken kayan bir oyuncunun, rakibinin topu ayağından çıkarmasıyla, rakibinin ayağına girmesi kırmızı kartı -üstelik direk- hak ettiren bir cinsten hareket midir? Amerika'nın bu turnuvada geride kalan 3 maçta gördüğü 2 kırmızı kart, belki hakemlerin gözünde kötü bir imaj bırakmış olabilir; ama bu asla önyargıya sebep olmamalı. Dünya'daki en nefret edilecesi şeylerden biri olan önyargı, futbolda, özellikle hakemlere bulaşmamalı. Zira, bu önyargının ne gibi sonuçlara sebep açabildiğini, ülkemizdeki Marcio (Mert) Nobre ve Cassio Lincoln örneklerinde çok net bir biçimde gördük biz. En azından, ülkemizin dışına taşmasın istiyoruz... Çok mu şey istiyoruz?..

24 Haziran 2009 Çarşamba

Transfer Haberleri #1

Sezonun sona ermesinin ardından birkaç hafta sakin geçti ama son birkaç gün içerisinde bombalar patlamaya başladı. Bu post sadece basketboldaki transferler üzerine olacak, onu da belirteyim önden... 2009 NBA Drafti yarın gece, haliyle takaslar gelmeye başlıyor yavaş yavaş. Dün gecenin ilk takası San Antonio Spurs ile Milwaukee Bucks arasında gerçekleşti. Spurs, Richard Jefferson'u kadrosuna katarken Milwaukee'ye Kurt Thomas, Fabricio Oberto ve Bruce Bowen gibi gereksiz adamları sokuşturdu. Bucks cephesinde amaç cap boşaltıp FA pazarından yıldızlar kapabilmek ve bütçeyi rahatlatabilmek tabii. Hatta resmileşen bu takasın dışında Andrew Bogut ve Michael Redd'i de Antonio Daniels, Morris Peterson, Lou Williams ve Samuel Dalembert gibi çöplere karşılık yollanacağını yazdı ESPN bu sabah. Lou Williams'ı bu dörtlüden ayırmak gerekiyor ancak, haksızlık etmeyelim kendisine... Bucks'ın bu takasta aldığı oyuncuların kontratı 2 yıl içinde bitiyor ama takas bununla sınır kalmadı. Oberto'yu aldıkları gibi Detroit'e postaladılar Amir karşılığında. Amir kötü bir uzun değil asla, ama buradaki amacı anlamak biraz zor. Şu an 15 milyonluk bir boşluk oluştu Bucks'ın cap'inde, Villanueva ile de kontrat yenilenmez muhtemelen, Ramon Sessions'ın kontratını uzatırlar, Ersan'ı da geri alırlar, ki en mantıklısı bu gibi duruyor.

Spurs açısından bakıldığında oldukça iyi bir takas olduğu kesin. Geçtiğimiz yıl Duncan'ın sakatlığı normal sezonda, Ginobili'nin sakatlığı play-off'larda takımı ağır yaraladı. Yeni sezonda herhangi bir sakatlık sorunu daha yaşanmazsa Ginobili-Parker-Duncan üçlüsünden herhangi birinde, Jefferson eklemesiyle Batı'nın en iddialı takımı haline gelirler bence Lakers'la birlikte. Pek sanmıyorum ama Rasheed'in ismi de geçiyor Spurs için, eğer o da olursa Lakers'tan da ayırır, en öne koyarım Spurs'ü. Ayrıca, geçen sezon Spurs adına berbat geçmiş olabilir ama George Hill ve Roger Mason gibi iki oyuncuyu rotasyona kazandırdılar, bench'ten katkı almak için çok ideal isimler bunlar. Kurt Thomas ve Bruce Bowen'ın tekrar geri gelmesi de söz konusu, onu da es geçmemek lazım. Kurt Thomas'ın dönüşü halinde, Thomas-Duncan-Bonner-Gooden gibi bir uzun rotasyonu olacak, çok da yeterli sayılmaz şampiyonluk iddiası taşıyan bir takım için, o yüzden Rasheed kalitesindeki bir uzunun kadroya eklenip eklenemeyeceği oldukça önemli olacak Spurs için...

Gecenin diğer takası Minnesota Timberwolves ile Washington Wizards arasında gerçekleşti. Wolves, Foye ve Miller'ı başkente yollarken karşılığında Etan Thomas, Darius Songaila, Oleksiy Pecherov ve 5. sıra hakkını aldı. Wizards elindeki çer çöpten kurtulurken aynı zamanda Foye ve Miller gibi guard rotasyonuna çok büyük katkı yapabilecek iki adamı getirdi. Arenas, Butler, Jamison, Haywood, Stevenson gibi sağlam adamlar var zaten elde. 4-5 numarada sıkıntı yaşanabilir bir ihtimal, dış rotasyonuna göre biraz daha zayıf kaldı o taraf ama 1 ve 2 numaradaki fazlalıklardan birkaçını verip bir uzun yamayabilirler oraya da. Minnesota'nın hedefinin bu seneki draft olduğu gayet açık. Bu takasla aldıkları 5. sıra hakkı dışında 6., 15. ve 18. sıra hakları da ellerinde bulunuyor. Rubio'yu çok istediklerini biliyoruz, 2. sırayı almak için bu sıralardan ikisini feragat edececekler bu sebeple. 5 ve 6'yı verip 2'yi almak saçmalık olur ama 5 ve 18. sıra karşılığında 2. sırayı almak, gayet mantıklı bir hamle olabilir. Elde sadece 5 ve 6 da kalsa pek sorun değil. Evans, Curry, Harden üçlüsünden ikisi kapılır, 1-2 numaralar güzelce kapatılır. Love ve Jefferson gibi iki önemli değer de elde zaten. Önümüzdeki iki gün Minnesota açısından oldukça yoğun geçecek, bu belli. Bekleyelim, görelim derim...

TBL'den bir transfer bu da. Geçen sezonun en çok gelişim gösteren oyuncularından biri olan Evren Büker'i Galatasaray'ı kaptıran Oyak Renault, Bursa'da yetişmiş Ufuk Kaçar'ı kadroya eklemiş küme düşen Selçuk'tan. Yücel Platin'in biten sözleşmesi yenilenmişti, oyuncu transferleri de başlıyor ufaktan. Yanılmıyorsam yabancıların hepsi gidiyor yine, 3 yabancı alınacak her sezon olduğu gibi. Ufuk Kaçar'a kaptanlık da verilecekmiş ayrıca, yılların kaptanı Nedim Dal'ın elinden gidiyor pazuband, bir Bursalı olarak şikayetçi değilim tabii... Alınacak yabancılar önemli, zira yerli rotasyonu biraz zayıf kaldı gibi. Şimdilik bir şeyler söylemek için erken, kadro tamamen kurulunca yorum yapmak daha sağlıklı olacak...

Geçen sezon 10 milyon euro civarında bir bütçeyle yola çıkarken transfer edilen yabancılar duruyor yukarıda, resimde olmayan Andrija Zizic de var ayrıca. Strickland ve Zizic sezon bitmeden ayrıldılar. Gurovic için de sezon daha Ocak'ta bitti zaten, kendisinden 4-5 aydır haber alabilen yok benim bildiğim. Graves ve Milojevic en sağlam yabancılardı tartışmasız, onları da tutamamış Galatasaray. 3 milyon euro bütçe belirleyince gayet normal şeyler bunlar, ama bütçe niye 3 milyon euro diye de kızamıyorum, hatta bir Galatasaraylı olarak memnunum bu durumdan, bu yönetim anlayışıyla 3 milyon da harcansa 10 milyon da harcansa pek bir şey fark etmiyor zaten, ki göreceğiz bu sezon fark etmediğini de. Galatasaray, play-off yapacak; çeyrek veya yarı finalde elenecek. Efes Pilsen ve Fenerbahçe Ülker gibi bütçe olarak çok daha güçlü takımlar var sana rakip olarak ve bu bütçeyi senden çok daha verimli kullanabiliyor bu takımlar, dolayısıyla senin ligde final oynamak için herhangi bir umudun, beklentin olmuyor. Yeri gelmişken belirtelim, Efes Pilsen'in yeni sezonda 20 milyon euro gibi bir rakam ayırması bekleniyor, Euroleague'de final-four için yeterli bir bütçe, eğer doğru kullanılabilirse. Galatasaray'a tekrar geri dönelim ve son olarak, Erdem Türetken ve Cüneyt Erden'le de yolların ayrıldığının haberini verelim...

Son transfer haberimiz, Real Madrid'den. Coach koltuğuna Ettore Messina'yı getiren Perez'li Madrid'de patlamaya başladı transfer bombaları. Futboldaki Kaka ve Cristiano Ronaldo transferlerin gölgesinde kalıyor basketbol şubesinde yapılanlar, ama gözden kaçmamalı kesinlikle. Geçen sezonu Sırbistan'ın Partizan takımında oldukça verimli geçiren ve aralarında Olympiakos, Panathinaikos gibi kulüplerin de bulunduğu birçok talibinin elinden kaptılar Velickovic'i. Perez başkan, sadece futbolda değil, basketbolda da Avrupa Şampiyonluğu'na niyetli görünüyor ve açıkçası, basketbolda istediğini parayla elde etmesi biraz daha kolay olabilir futbola göre. Zira, basketbolda bütçeler, futbola göre çok daha önemli bir yer kaplıyor. Coach olarak Messina'yı getirdikten sonra, eline vereceğin kaliteyle bir kadroyla arkana yaslanıp rahat rahat bekleyebilirsin mesajını verelim Perez'e, içi rahat olsun...

22 Haziran 2009 Pazartesi

Milli Takım Aday Kadrosu

  • Kerem Tunçeri, Ender Arslan, Engin Atsür, Kerem Gönlüm, Sinan Güler (Efes Pilsen)

  • Ömer Onan, Oğuz Savaş, Ömer Aşık, Semih Erden (Fenerbahçe Ülker)

  • Cemal Nalga, Evren Büker (Galatasaray Cafe Crown)

  • Bekir Yarangüme (Türk Telekom)

  • Cevher Özer (Beşiktaş Cola Turka)

  • Barış Hersek (Darüşşaka Cooper Tires)

  • Fatih Solak (Aliağa Petkim)

  • Ersan İlyasova (Regal Barcelona)

  • Hidayet Türkoğlu (Orlando Magic)

En Büyük 3. Lig ?

Son bir iki senedir bu yana gerek medya gerek basketbol severler tarafından çok fazla dile getiriliyor ligimizin seviyesinin yükselip, üst seviyedeki liglerin düzeyine yaklaştığı, hatta ACB ve Nba'den sonra dünyanın en iyi ligi olduğu yönünde yorumlar bile var. E tabi ligleri sıralandırmak için bir kaç kriter lazım ve benim ilk aklıma gelenler takımların kadro kaliteleri, ligdeki mücadele seviyesi ve pek tabiki ilgi yani salondaki seyirci sayıları. Biz bu yazıda daha çok seyirci sayılarından ilerleyeceğiz ama diğer kriterlerden de bahsetmek lazım, illaki.

Kadro kaliteleri dedik yukarıda, takımlar sezon başında gerçekten önemli transferler yaptılar ancak kafaya oynayan takımlara şöyle bir bakarsak, bir önceki seneki kadrolarıyla karşılaştırdığımızda ileri doğru giden tek takımın Efes Pilsen olduğunu görürüz ki bu da bu bütçelerin ne kadar yanlış kullanıldığını gösterir. Neyse ligdeki rekabete bakarsak da doğrudan 2 takımın hegemonyasını görüyoruz. Çok uzatmayacağım ama şampiyonluk yarışında sezon başından beri Efes ve Fenerbahçe favori gösteriliyordu, sezon sona erdi, aralarına girmeye teşebbüs eden takım bile olmadı.E noldu, lig olarak mücadele seviyesinden de kaldık, geçiniz.
Şimdi geldik sadete.Malum basketbol ülkemizde her ne kadar ikinci spor olarak deklare edilse de salonlara çektiği seyirci ve genel ilgi büyük soru işareti oluşturuyor kafalarda. Televizyon seyircisinin bu sene yayın haklarının Spormax'e geçmesiyle büyük azalma gösterdiği açık. Zaten oraya girersek kolay kolay çıkamayız sanırım. Şimdi rakamları vereceğiz de sonuçlar gerçekten üzücü. Özellikle her sene milyonlarca euro para harcayan, Türk Basketbolu'nun lokomotifi ve şüphesiz Türk Basketbol tarihinin en büyük takımı olan Efes Pilsen düştüğü durum can sıkıyor.

Tabi Efes Pilsen dışında diğer takımların da durumu çok farklı değil. Şöyle açıklayalım, ligimizin normal sezonunda en çok seyircisi olan takımı küme düşen Mutlu Akü Selçuk Üniversitesi.

Bütün rakamları buraya taşımak zor iş;

Liglerin ortalama seyirci sayıları için şuraya, takımların ortalamaları için de buraya alalım.

20 Haziran 2009 Cumartesi

Yapma Telekom, Gitme Soner

Soner Şentürk'ün bu sene Darüşşafaka Cooper Tires'ta çıkardığı iyi sezonun ardından bir yerlere gideceği belliydi. Bu takımın Türk Telekom olmaması için çok dua ettim, ama aklıma gelen şey oldu maalesef. Geçen sezon Pınar Karşıyaka'da parlayan Barış Ermiş'i transfer edip, onu havla sallattırıp bench'i ısıttıran Telekom, bu sefer de aynı planları Soner için kurguluyor olsa gerek. El-Amin gitti, Tutku kalacak sanırım. Bari başka point guard almasalar da, Tutku'yu yedeklese diyorum en azından. Ama benim bildiğim -veya bizim bildiğimiz- Telekom rahat durmaz, gider bir tane de yabancı alır üstüne, sonra biz de bütün sezon "madem oynatmayacaktın, niye aldın?" diye sitem ederiz buradan Ankara kulübüne...

Ettore Messina

Üst üste 2 Euroleague şampiyonluğu kazandığı CSKA Moskova'dan, kulübün bütçeyi kısması sebebiyle ayrılan Messina, Florentino Perez'in Real Madrid'ine imzasını basmış. Tahmin etmek çok da zor değildi aslında. NBA olmazsa ve Avrupa'da herhangi bir takıma gidecek olursa, bu takımın adının Real Madrid olacağı, Perez'in gelişi sonrası iyiden iyiye tahmin edilebilir bir hal almıştı. Perez'in parayı dökmesinin yanında insanları etki altına alma konusununda da becerikli biri olduğunu düşünüyorum. Zira bu kadar üst noktadaki insanları getirmek sadece parayla açıklanabilecek bir olay değil. Uzun saçı ve uzun boyuyla Rijkaard'la arasında bir bağ kuran Haldun Üstünel'in biraz da parası olsa böyle bir tip ortaya çıkardı sanırım.

Fazla yavşadık, geri dönelim Messina'ya. 3 senelik sözleşme imzalamış, alacağı parayı bilmiyorum. Biraz önce Marca'nın sitesinden Barnebau'da yapılan imza törenini izledim ayrıca. Niye izlediğimi ben de bilmiyorum, İspanyolca bilmiyorum zira. Her neyse, Florentino Perez konuşurken telefonu çalmaya başladı, üstüne telefonu açıp kim aramış diye baktı, ondan sonra lütfedip kapatıverdi ve oradan birisine uzattı. Sen git Ronaldo'ları, Kaka'ları getir; imza töreninde telefonunu kapatmayı unut, olmadı Perez olmadı. :)

Ayhan Kalyoncu

Kendisinin antisi falan değilim kesinlikle, her ne kadar kötü bir coach olduğunu düşünsem de saygı duyarım, ki öyle de olması gerekiyor zaten. Hakan Demir'in gelişiyle birlikte ayrıldı Pınar Karşıyaka'dan. Açıklama yapmış bununla ilgili. Genelde bu şekilde takımdan gönderilen coachlar veya antrenörler yönetime ve kulübe ateş püskürürler, en iyi ihtimalle kırıldım vs. derler. Kalyoncu, bunların aksine olgunlukla karşılamış kararı ama açıklamanın diğer kısmı daha fazla ilgimi çekti benim.

Altyapıdan gelen oyuncuları A takıma kazandırmaya çalıştık ve ligde de iyi bir derece elde etmeye çalıştık demiş. Tamam, herkes farkında Karşıyaka'nın bütçe sıkıntısının ve dolayısıyla altyapıya gerekli önemin verilmesinin. Ancak bu takım yakın bütçelerle geçtiğimiz sene play-off yapıyordu iyi yabancı seçimleriyle. Ahmet Kandemir etkisi tabii. Hadi, orayı geçtim, her coach'un farklı meziyetleri vardır, sen ucuza iyi yabancılar getirmeyebilirsin. Oyun içi müdahelen ve teknik taktik bilgin de yeterli seviyede değil ama. Bunların yanında sürekli ağzından düşürmediğin altyapı olayına dair de herhangi bir şey göremedik sezon içinde. Bir, Beşiktaş Cola Turka maçı var Gökper Gen ve Furkan Aldemir'in çok ciddi süreler aldığı, ama o maçta da süreleri Ayhan Kalyoncu vermemişti bence, bu çocuklar kendileri almıştı söke söke. Zaten bu iki isim, ta aşağılardan beri ben geliyorum diye bas bas bağırıyordu, yani bu Gökper ile Furkan'ı oynatmak altyapıya önem vermek veya onları A takıma yükseltmek falan değildir bence. Bu kadar diyeceğim...

Seimone Augustus

WNBA'yi fazla takip etmem ama geçen yaz Seimone Augustus transferi sonra biraz ilgim arttı, bu sene de yaz vakti eve tıkılıp kalınca, geceleri NBA TV'nin verdiği maçları izler oldum. Augustus'un takımı olan Minnesota Lynx'in sezondaki ilk 2 maçı da verildi televizyondan, ikisini de izleyebildim ve çok çok iyi bir basketbol izledim Augustus önderliğinde. Sezona da 4-1 ile konferansın ilk sırasına yerleşerek başladılar, ki Minnesota vasat bir takımdır, şampiyonluk iddiası pek olmaz. Seimone Augustus, 24 sayı ortalamayla oynuyordu ve MVP yarışında ilk hafta en önde gözüküyordü. Maalesef, geçtiğimiz gece oynanan maçta yan çarpraz bağları koptu ve sezonu kapattı. Minnesota Lynx, muhtemelen play-off yapamayacak. Daha da kötüsü, sakatlık yaklaşık 5 aylık bir tedavi süreci gerektiriyor. Yani, Kasım-Aralık civarı düzelecek; devre arasına kadar da formunu ancak bulacak. Galatasaray'ı da zor günler bekliyor, aynı Minnesota gibi. Geçmiş olsun WNBA'in Kobe'si...

18 Haziran 2009 Perşembe

Fotolarda Efes Pilsen

Seri hakkında hem teknik hem de diğer açılardan yazacak çok şey var ancak biz şimdilik fotoğrafları verelim, yarın da artık ya buraya ya da batug'a geniş bir inceleme yazarız seri hakkında.

Fotoğraflar: Nobetcigolcu.blogspot.com

16 Haziran 2009 Salı

110 Lira

Aslında yazacak çok da fazla bir şey yok bu durumla ilgili. Bir nevi sidik yarışı devam ediyor Efes Pilsen ve Fenerbahçe yönetimleri arasında. Ha bundan kimin zararlı çıktığı da çok açık, neyse.
Şimdi Fenerbahçe taraftarları bu durumun bir benzerini Efes Pilsen'in yaptığını düşünebilirler ancak Fenerbahçe'nin bu tutumu ile Efes Pilsen'in kendi evindeki maçlarda yaptığı olayı aynı kefeye koymak çok anlamsız. Sonuçta Efes Pilsen'in kendi evinde rakip taraftar baskısı altında oynamak istememesi normal(ki önceki senelerde görmüştük bu durumun defektlerini) ancak Fenerbahçe'nin, Abdi İpekçi'ye gelecek 100-200 Efes Pilsen'linin desteğinden etkilenecek hali yok. Ya da Aziz Yıldırım kendi basketbolcu ve taraftarının aldığı cezaları basketbol severlerden çıkarmaya çalışıyor orasını bilemiyoruz. Ne olursa olsun Efes Pilsen taraftarı sanırım az da olsa yine maça ilgi gösterecektir. Ayrıca her ne kadar serinin 7.maça uzamayacağını düşünsemde, Efes Pilsen yönetiminin o maç için düşündüğü bilet fiyatlarını da merak etmiyor değilim.
Not: Harlem (1.Kat.:Tam 111,00 YTL-Çocuk Blt. 76,00 TL)
Dream Team ("a" kategori biletler 105 TL)
Artık siz anlayın olayın abukluğunu.