6 Mayıs 2009 Çarşamba

Şampiyon Panathinaikos

Geçtiğimiz haftasonu düzenlenen Euroleague Final-Four organizasyonu, yine büyük heyecana sahne oldu. Üçüncülük maçı dışındaki bütün maçlar son ana kadar nefes kesti, şampiyon Ramunas Siskauskas'ın kaçırdığı şut sonrası Panathinaikos oldu.

İstatistikler üzerinden gidelim. Panathinaikos, finalde CSKA Moskova'yı 73-71'le mağlup etti. İki takım 2007 yılında da finalde karşılaşmış, Panathinaikos rakibini yine 2 sayı farkla geçip (skor 93-91) şampiyonluğa uzanmıştı. Yunan temsilcisi (iyiden iyiye haber kıvamına gelmeye başladı post bu arada) ilk Euroleague şampiyonluğunu Paris'te düzenlenen dörtlü turnuvada 1996 yılında kazanmıştı. Bu şampiyonluk, son 13 yılda kazandıkları 5. Euroleague şampiyonluğu oldu, dolayısıyla toplamda da. Coach Obradovic yönetimindeki 4. şampiyonluğu bu Pana'nın. Yani takımın 1996 yılında kazandığı ilk Euroleague şampiyonluğu dışında, tüm şampiyonluklarda Obradovic imzası var. O takım şampiyon olurken, takımın coach'u Bozidar Maljkovic'ti ve o kadroda takımı sırtlayıp götüren Dominique Wilkins de mevcuttu. Panathinaikos'tan bağımsız, coach Obradovic'in 4 ayrı takımda (Partizan, Badolana, Real Madrid, Panathinaikos) Euroleague şampiyonluğu kazandığını ve bunu yapabilen tek isim olduğunu da belirtelim.

Yarı finalin ilk maçında Barcelona ile son şampiyon CSKA Moskova karşılaştı. Denk bir eşleşme olarak görülebilirdi takımların güçlerine baktığımızda, hatta tek tek isimlere baktığımızda Barcelona'nın daha iyi bir kadroya sahip olduğunu da söylemek mümkün ama tecrübe, alışkanlıklar, istikrar gibi etmenler her sporda olduğu gibi basketbolda da çok önemli. CSKA Moskova geçtiğimiz senelerdeki kadar ağır favori değildi bu Final-Four'da ama final oynayacaklarını düşünüyordum ben yine de. Tabii finalde karşılaşacakları muhtemel rakipleri Panathinaikos hem Barcelona'ya göre daha komple bir takımdı, hem de başlarında coach sıfatıyla Xavier Pascual gibi bir isim değil Zelimir Obradovic bulunuyordu. Maça harika bir giriş yapmıştı Barcelona, ilk çeyrekte 9 sayılık bir farkı da koydular araya. Lakin, zaman ilerledikçe Barcelona'nın bu kadar yüzdeli şut atamayacağı, CSKA'nın da toparlanacağı gün gibi ortadaydı. Barcelona tarafında şut yüzdeleri düştükçe, CSKA tarafında Langdon, Khryapa ve özellikle de Siskauskas gibi isimler sahne almaya başladıkça (Siskauskas 18'i son çeyrekte olmak üzere, 29 sayı üretti bu maçta) CSKA maçın liderliğini eline aldı, bir daha da bırakmadı. Tabii, CSKA'nın bu geri dönüşünde aslan payı Barcelona coach'u Xavier Pascual'da bana göre. Takımın bu sezon en önemli birkaç oyuncusundan biri olan (Türk olmasıyla da zerre alakası yok, söyleyeyim) Ersan İlyasova, 12 dakika 50 saniye süre alabiliyor sadece. Diğer yanda Gianluca Basile tam 36 dakika sahada kalıyor. Toplamda ne ürettiklerini bir karşılaştırmak lazım. Ersan 1/2 iki sayı isabetiyle 2 sayı üretmiş, yanına 5 ribaunt, ki ikisi çok kritik yerlerde alınan hücum ribaundu bunların, 2 de asist eklemiş. Tek kötü yanı, 0/3 üçlük yüzdesi. Basile ise, 1/8 isabetle 5 sayı-5 ribaunt-1 asist yapmış. Sanırım işin tecrübe tarafını düşündü Pascual ama bu kadarı da fazla kaçıyor. Aynı zamanda 12 dakika sahada kalan Ersan'ın maçın son 3 dakikasında sahada olması daha fazla komik kaçıyor ya, neyse.

Yarı finalin diğer maçını kesik kesik izlemiştim, o yüzden o maça dair söyleyecek fazla şeyim yok açıkçası. Maçın sonlarında iyi oyunu gözüme çarptı Olympiakos cephesinden Papaloukas'ın. Ama, iyi pota altı elemanları olmalarına rağmen çok fazla Greer üstünden oyun tercih ettiler gibi gördüm ben izlediğim bölümde, bilmiyorum yanılıyor muyum? Öte yanda, iç dış dengesini gayet iyi kurmuş bir Pana vardı. Tabii yine izleyebildiğim kadarıyla. Özellikle, pota altını Olympiakos'tan çok daha verimli kullandılar Batiste ve Pekovic ile. İç dış dengesi dedik, şu istatistiklerle özetleyebiliriz sanırım. İki guard Saras ve Spanoulis 18'er sayı; iki uzun Pekovic ve Batiste sırasıyla 20 ve 19 sayı ürettiler. Ayrıca bu iki uzunun toplamda 19 top kullandığını ve bunların 14'ünde basketi bulduklarını belirtmek gerek. Yine aynı ikilinin toplamda 13 kez serbest atış çizgisine gidip, 11'inde isabet bulduğu es geçilmemeli. Tüm bu veriler bile, Panathinaikos'un pota altı gücü hakkında hiç bilmeyen kişilere dahi önemli fikirler verebilir.

Tamamen gereksiz buluyorum üçüncülük maçını, izlemedim de zaten, kendimi finale sakladım. İyi ki de saklamışım, harika maç oldu cidden.

Bir TBL klasiğidir. Ligimizde her hafta maç oynayan 16 takımdan çoğu iki sayılık atıştan çok üç sayılık atış dener, bıkmadan usanmadan. Panathinaikos da aynı o TBL takımları gibi bıkmadan usanmadan sürekli üç sayı denedi ama soktuğunuz sürece bir problem yok tabii. 23 tane iki sayılık atış, 27 tane üç sayılık atış denediler final maçında. Yarı final maçını değerlendirirken ön plana çıkarttığımız pota altını kullanma özelliklerinin harika bir şekilde sahaya yansıdığı maçta, Olympiakos'a karşı 40 tane iki sayılık atış, yalnızca 15 tane iki sayılık atış denemişlerdi. Ama dediğimiz gibi, soktuğunuz sürece sorun yok. 27 üçlük denemesinin 13'ünde isabet buldular, neredeyse %50'lik bir orana tekabül ediyor bu. Tabii, iki sayılık atışlara bu kadar az yönelmelerinin de sebepleri vardır elbet. Pota altından geçen maç olduğu kadar iyi üretim yapamamaları, Pekovic'in faul problemi sebebiyle yalnızca 15 dakika sahada kalması ve maçı da 5 faulle tamamlaması gibi. Özellikle, ilk yarı Spanoulis'ten tutun Saras'a, Fotsis'ten tutun Diamantidis'e her oyuncu kullandığı üç sayılık atışlarda isabet buldu. Hücumda, yarı finalde Barcelona karşısında olduğu gibi tutuk başlayan CSKA Moskova, devreyi 48-28'lik skorla 20 sayı geride kapadı. Kıytırık bir lig maçında 20 sayılık bir fark pek sorun değildir belki ama bu seviyedeki maçlarda bırakın 20'yi, 10 sayının üstündeki farklardan gelip maçı almak bile oldukça zor. Hele ki söz konusu maç, Euroleague final maçıysa...

Ama, yanılttı herkesi CSKA'lı oyuncular ikinci yarıda oynadıkları basketbolla. Panathinaikos'un da buna bir katkısı olmadı mı? Oldu tabii. Zaten her daim, bu tarz 20-30 sayı arası bir farktan yapılan comeback'lerde, o geri gelen takımı takdir ettiğim kadar, o geri dönüşe izin veren takımı da eleştiririm. Zira, karşıdaki takım her ne kadar mükemmel seviyede bir oyun ortaya koysa da, bu kadar büyük farklardan geri dönmek için rakip takımın kötü oyununa da ihtiyaç olduğu muhakkak. Aynı bu maçta olduğu gibi. İkinci yarıda gerçekten harika oynadı CSKA. Ama, Panathinaikos ilk yarıda olduğu gibi yine çok yüzdeli şut kullansaydı son topa kalan bir final izler miydik? Bence hayır. Biraz yukarıdaki de istemedi değil CSKA'nın dönüşünü. Maçın bitimine 5 saniye kala %90'la serbest atış kullanan Jasikevicius'un 1/2 atması buna bir işaret mesela. Maçı da kazanabilirdi Ruslar. Molaları vardı, topu ortaya sahaya getirdiler, üstüne Siskauskas'la çok da kötü olmayan bir üç sayı pozisyonu da yakaladılar ama olmadı... Ayrıca yukarıdaki fotoğrafta Pekovic'in maçtaki hal ve şeriatı gayet güzel bir şekilde gözler önüne serilmiş...

Final-Four'daki tüm takımlara sundukları bu güzel basketbol ziyafetinden dolayı teşekkür etmek lazım. Tabii, Panathinaikos'a ayrıca kocaman bir tebrik gidiyor...

2 yorum:

Sheed dedi ki...

http://numaraiki.blogspot.com/2009/05/may-day-may-day.html

pascual konusunda bire bir aynı şeyleri yazmıştım cuma günü.. sanıyorum aklın yolu bir..

"bu pascual'dan koçu geçtim, etüd abisi olmaz."

saygılar orkunço'ya, heheh :)

bu arada blog hayırlı olsun, bizim gibi her telden tercihinde bulunmuşsunuz güzel olmuş.. zubi'ye de binlerce özür, çok mahcubum ülen.. insan dostunu bilmeli, ayriş kültürü böyle hastalıklı insanlar yaratıyor ;)

Russell dedi ki...

aynen, ben de maçta az sövmemiştim, sonra senin yazıyı da okudum, iyice gaza gelip yardırdım. ama adam bariz şu dörtlüdeki açık ara en kötü coach yani.

diğer yazdıklarını anlamadım ama mehmet'in söyleyecekleri olur elbet. dimi mehmet? :)