29 Nisan 2009 Çarşamba

TB2L - İlk Gün

TB2L Final Grubu'nda ilk gün geride kalırken, ben de yukarıdaki olaya takılıverdim. Fotoğraf, İTÜ-Trabzonspor maçının devre arasından. Trabzonspor'lu taraftarlar sahanın ortasında kolbastı oynuyor. Görüntü ilginç ilginç olmasına da, ben bu olaydan sıkılmaya başladım arkadaş. Her yerde bir kolbastı rüzgarıdır gidiyor, yeter vallahi. Tabii bunlar hep Yemekteyiz'in bünyedeki yan etkileri. 5 yarışmacının 3'ü basıyor kolbastıyı her yarışmanın sonunda. Sonra, neyse...

Günün ilk maçında Tofaş, Bornova Belediye'yi uzatmada geçti. Eve geldiğimde ilk çeyreğin son dakikasıydı ve maç kafa kafaya gibi görünüyordu. Ne olduysa 2. çeyrekte oldu, bir anda Bornova lehine çift haneli sayılara kadar açıldı fark. Boston Celtics'in Chicago serisindeki pota altı savunmasından halliceydi Tofaş'ın bugünkü pota altı savunması. Gelen geçen penetre edip durdu. Alan savunması az çok çare oldu. Kötü dış atıcılara sahip tek maçtan görebildiğim kadarıyla Bornova, takım olarak da çok potansiyelli ve kaliteli olduklarını hissedemedim zaten. Tofaş kendi standartlarının çok altında oynamasına rağmen ilk yarının son birkaç dakikasında ve maçın son 4 dakikasında oynadığı basketbolla maçı uzatmaya taşıdı. Tofaş'ın 2 defa 10-15'lere fırlayan farkı indirirken, baskılı savunmayla bolca top çalıp fast break sayıları bulduğuna şahit olduk. İlk 3.5 periyot hiç sahada gözükmeyen Melih Sevda, son 1 dakikada bulduğu 8 sayıya; uzatmalardaki iki üçlüğünü de ekleyip maça damgasını vurdu. Uzatma oynanan bir maç olmasına rağmen Tofaş'ın pek yorulduğunu sanmıyorum ben, zira ekran başından gördüğüm kadarıyla çok efor harcamadılar. Yarın ki İTÜ maçını düşündüler belki de, bilinmez.

İTÜ-Trabzonspor maçının ilk yarısını izledikten sonra kapattım televizyonu buradan İTÜ maç falan vermez diye. Son saniyedeki turnikeyi kaçırmasa Trabzonspor, fena yanılıyordum. Maç kaç kaç, bir kontrol edeyim dedim, ki iyi ki de etmişim. İlk yarı Tolga Tekinalp, İbrahim Kutluay ve Derya Yannier maça ağırlıklarını ortaya koyup 10-15 sayılık bir fark yaratmışlardı. Umut Tınay'sız Trabzonspor, Kerem ve Engin'in pota altındaki üretkenliklerine bağlı gibiydi tamamen. Ha gerçi, hiç Trabzonspor maçı izlemedim bundan önce, dolayısıyla Umut Tınay'la birlikte nasıl bir basketbol oynuyorlar, bilemiyorum ama etkilenecekleri kesin tabii bu eksiklikten. Bu maçta özellikle 2. yarıda Ogün, Burak ve Can guard bölgesinde iyi iş çıkarttılar ama mesela Ogün her gün böyle leblebi gibi üç sayı atar mı? Zor. Ekstra bir gün oldu gibi biraz Trabzonspor için. Yine de bu kadar farktan gelip maça ortak olmaları takdire şayan. Sadece Trabzonspor kendi oyunuyla ortak olmadı maça, İbo sağolsun son 1 dakikada kullandığı 4 serbest atıştan 2'sini kaçırdı, işi son topa kadar bıraktı. Müsait bir pozisyon da buldular ama değerlendiremediler. İTÜ, bu maçın ikinci yarısından almıştır dersini. Zaten şu kadro bu 4 takım arasında ilk 2'ye giremezse bir gariplik var demektir. Unutmadan... Dixon nedir öyle yahu? 20 kilo vermiş bir de, 20 kilo fazlası olan halini düşünemiyorum ben. Oyunu da bir felaket zaten. Düşman başına neslinden...

28 Nisan 2009 Salı

Barcelona - Chelsea

Sabah uyumadan fotoğrafları vermiştik, şimdi de küçük bir inceleme yazısı yazayım dedim.

İncelemeye geçmeden iki takımın çeyrek final performanslarına bakarsak; Barça, Bayern Münich'i zorlanmadan geçmişti. Aslında Barcelona'nın tur atlamasını sürpriz olarak değerlendirmek yanlış ama bu kadar kolay, bu kadar eze eze turu geçmelerini beklemiyorduk blog olarak. Chelsea ile Liverpool arasındaki eşleşmede ise bizler bu senenin en iyi 2 maçını seyretme şansı bulduk. Özellikle Liverpool, 3-2'den iyi geri dönmesine rağmen salak spikerin "Bay bay Liverpool" demesine engel olamadı. Neyse doluyum bu konuda, biz kendi yarı finalimize geçelim. Öncelikle favorim Barcelona'dır. Her ne kadar Xavi son söz Bridge'de söylenecek dese de, Barcelona 2-3 fark yapmaya çalışacaktır. Zaten Pep'in de gelmesinden sonra iyice hücumu düşünen takım oldular. Chelsea ise Drogba'yla, Barcelona'nın en zayıf mevkiisi olan defansına karşı ataklar ve duran toplarla etkili olmaya çalışacak. İki takımın da birbirlerine karşı kullanabilecekleri çok önemli kozları yok. Barcelona'nın Messi'si dışında tabii ki. Bu durumla ilgili olarak Bosingwa "Messi is a big star world wide but it is possible to stop him - with patience and calm. You need to keep him under pressure. I have experience playing with Porto and Portugal against big players and now with Chelsea. I do not fear the Argentine." demiş. Üstünlük deyince Chelsea'nin duran toplardaki fizik avantajını da pas geçmemek lazım.

Favorim Barcelona demiştim, kalbim de Barça'dan yana.

27 Nisan 2009 Pazartesi

UEFA Champions League Semi Final: Barcelona-Chelsea

28 Nisan Salı

Saat: 21.45


İnceleme de uyanınca artık.

CSKA Darda

Geçtiğimiz sezon NBA oyuncularına hücum eden Rus kulüplerini ekonomik kriz fena vurdu. İşin futbol tarafına çok daha fazla dikkat çekiyor medya ama ülkenin en şaşalı basketbol kulübü olan CSKA da krizden fazlasıyla etkilenenlerden. Seneye bütçelerini belli bir ölçüde kısacaklarmış. Ayrıca, 10 yıl aradan sonra ilk kez oyuncularının maaşlarını ufak da olsa gecikmeli ödemişler. Messina'nın sözleşmesi bu sezon sonunda bitiyor, lakin opsiyonlu (opsiyon Messina'ya bağlı, belirtelim). Onun için NBA söylentileri etrafta hep dolaşır durur senelerdir. Özellikle Toronto'yla adı anılıyordu ciddi şekilde ama bir türlü olmamıştı. Rusya'dan gelen sinyallere göre bu kez olacak gibi sanki.

Galatasaray - Nasıl oldu bu iş? Part 1/2

İsterseniz bu sezona geçmeden önce bir önceki sezon gelen mucizevi şampiyonluk hakkında birkaç birşey söyleyelim. Bildiğiniz gibi Karl Heinz-Feldkamp hocamız bizi son 6 hafta yanlız bırakarak -ki şimdide söyleyeyim, Kalli'nin kovulduğuna inanmak istemiyorum- takımı Cevat "Benitez" Güler'e emanet etmişti. Hatta bu durum sonrasında eski Fenerbahce baskanlarından Ali Sen, Galatasaray'ın şampiyonluk şansının olmadığını açık açık deklare etmişti, ki sanırım onun gibi düşünen birçok insan vardı o zamanlar. Ancak biz herkesi yanıltarak ve inanılmaz takım kenetlenmesi yaşayarak (son iki şampiyonuğumuzda hep en ön plandadır) şampiyonluğu almıştık ve bu şampiyonluk en azından beni gelecek sezon adına çok umutlu kılmıştı.

Transferler ve Skibbe

Gelen şampiyonluğun ardından artık takımda eksik görülen yerlere transferler yapılması şarttı. Tabii eksiklik deyince, efendim malumunuz en önemli eksiğimiz her ne kadar çok başarılı bir performans gösterse de, Cevat Hoca'nın yerini alacak olan teknik direktördü. Yönetim her zamanki gibi yine kendilerine Galatasaray'a gelmek istediklerini söyleyen birkaç teknik direktör arasından, UEFA 2.Turu'nda Galatasaray'a 5 çekmekden başka bir başarısı bulunmayan, nispeten tecrübesiz çok muhterem Michael Skibbe'yi göreve getirdi. Yanına da UEFA fatihlerinden Ümit Davala ve Edwin Boekamp'ı -çok uzun sürmeyecek bir görev için- seçti.

Sonsuza kadar?

Efendim, artık teknik kadro kurulmuş, taraftarlar transferleri bekliyordu. Daha transfer yasağının kalkmasından hemen sonra ayyuka çıkan yıldız transfer söylentileri doğrusu beni yeni bir Lukunku, yeni bir Pinto ihtimali üzerine düşündürüyordu ki Kewell transferi medyaya duyuruldu. Kewell, PES'te arkadaşlar arasında Rüzgarın oğlu diye bilinirdi ve bu haber bizleri gerçekten şaşırttı. Kewell'dan sonra EURO 2008'de az da olsa bize karşı da forma şansı bulan Stuttgart kaptanı Meira, İtalyan milli takımının 2. kalecisi De Santcis ve bize yakışan bir transfer hatasıyla (ne olursa olsun Steau maçından önce almalıydık) kadromuza kattığımız Milan Baros taraftarları gerçekten heyecanlandırdı ve kombine satışları artmaya başladı. Transferler gerçekten çok iyiydi ve benim de katıldığım "Yüzyılın Kadrosu" yakıştırması yapılıyordu. Eyvallah, yüzyılın kadrosuydu da takım ruhu var mıydı takımda?

Skibbe ve Şampiyonlar Ligi

Teknik kadro, transferler... Şimdi sırada 2 senedir ayrı kaldığımız, Avrupa'nın en önemli kupası olan Şampiyonlar Ligi'ne katılmak kaldı. Galatasaray ise uzun süre sonra 2.torbada ve Arsenal, Liverpool, Barcelona gibi ekiplerle karşılaşma ihtimaline sahip. Neyse ki şanslı bir kura çekerek 20 yıl önce o zaman ki adıyla Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nda da karşılaştığımız Steaua Bükreş'le eşleşiyoruz. Bükreş'in teknik direktörü ise o 20 sene önce mücadele ettiğimiz Bükreş'in forveti Lacatus. Skibbe ilk resmi maçına çıkıyor Galatasaray'la ve çıkarttığı kadroyla daha ilk maçta hissettiriyor ilk maçına çıktığını. Müdür, Galatasaray'ı tıpkı bir Amerikan Futbolu takımı gibi ikiye bölüyor ve Aykut, Emre Güngör, Servet, Emre Aşık, Hakan Balta, Meira, Mehmet Topal'dan oluşan savunma takımı ve Hasan Şaş, Arda, Lincoln, Nonda'dan oluşan hücum takımıyla maça çıkıyoruz. Savunma takımımız yaptığı taçtan gol yeme abukluğuna rağmen Nonda'nın attığı gollerle umutlarımızı az da olsa taşıyoruz. İkinci maçta ise bal yapmayan arı misali rakip sahada paslaşıyoruz. Sonrasında da ofsayttan gol yiyerek en önemli hedefimizden sapıyoruz. Artık Türkler olarak kendimizi avutuyoruz ve yeni bir yalan uyduruyoruz kendi kendimize.

"Kadıköy'de Final"...

26 Nisan 2009 Pazar

TBL: 28. Hafta

Sona yaklaştıkça hafiften play-off eşleşmeleri de, takımların sıraları da, küme düşecek takımlar da belli olmaya başlıyor. Özellikle play-off potasında her takım kendi kafasında bir plan kurgulamış, kendine göre en iyi rakiple eşleşmek için çaba sarfediyor. Küme düşme hattında, Aliağa Petkim yabancılarını da yollamak zorunda kaldıktan sonra işin rengi belli olmaya başlamıştı ama Kepez heyecan getirmek istiyor oraya sanırım. İşin ilginci, yabancılarını yollayan Aliağa iki haftadır -izleyemiyoruz ama- daha iyi bir mücadele ortaya koyuyor gibi ortaya çıkan sonuçlara baktığımızda. Play-off yarışı bu hafta öncesinde karışık oğlu karışıktı; lakin Karşıyaka'nın Bursa'da aldığı galibiyet o karışıklığı büyük ölçüde söküp attı. Kalan fikstürleri zor ama kendi sahalarında iyi basketbol oynadıklarını hesaba katarak, buradan play-off'u kimselere bırakmayacaklarını düşünüyorum.

Haftanın açılışını derbiyle yaptık, ama sebebi belli değil. Cumartesi-pazar seçenekleri köşede dururken, böyle bir maç için cumanın seçilmesini anlayamadım. Neyse ki buna rağmen Abdi İpekçi'de hemen hemen full bir salonda oynandı karşılaşma. Bu sene ligdeki klasiğin bir tekrarını yaşadık sadece aslında, fazlasını değil. Bu ligde başa oynayan 5 takım var: Efes Pilsen, Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Türk Telekom. Ve, bu takımların aralarında oynadıkları maçlar mütemadiyen ev sahibinin lehine sonuçlanıyor. Şöyle üstünkörü bakalım bir tabloya. Galatasaray, kendi sahasında Fenerbahçe ve Beşiktaş'ı mağlup etme başarısını gösterdi. Fenerbahçe; Efes Pilsen, Beşiktaş, Galatasaray ve Türk Telekom'u kendi sahasında mağlup etti. Efes Pilsen, -her ne kadar tam olarak ev sahibi avantajı olan bir takım olmasa da- kendi sahasında Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Türk Telekom'u mağlup etmeyi başardı. Beşiktaş da Galatasaray ve Fenerbahçe'yi Akatlar'da mağlup etti. İstisnalar var tabii ama büyük oranda bu doğrultuda gidiyor büyük maçların sonuçları. Galatasaray basketbolda deplasmanda en son Fenerbahçe'yi ne zaman yenmiş? Bakmak lazım. 2 yıldır Ayhan Şahenk'te kurulmuş bir üstünlükle durumu toparlıyorlar az çok yine.

Hosley ve Tolliver transferlerinden sonra 2 galibiyet alabildi Galatasaray. Tolliver çok büyük beklentiler altında gelmemişti zaten, ortalama bir oyun da koyuyor ortaya. Asıl problem, Hosley. Bu kadar mı vurdumduymaz oynanır? Geçen sene Karşıyaka'da, bu yıl Real Madrid'de oynarken Efes Pilsen'e karşı oynadıkları maçlarda izlediğim Hosley'nin çeyreğini göremedim maalesef kendi adıma. Koray hoca da onu ısrarla 3 numarada kullanarak hata yapıyor tabii ama sezon bitsin de gideyim havasında bir profil yansıttı şu ana kadar. Hücumda olabildiğince savruk, savunmada olabildiğince lakayıt. Ne olursa olsun, yine kalitesini ortaya koyduğunda maçı etkileyebilecek bir oyuncu Hosley. Belki de asıl arenayı, yani play-off'ları bekliyor, bilinmez.

Yazının başında yaptığımız, "bu sezon büyük takımların kendi aralarında oynadıkları maçlarda ev sahipleri genellikle kazanıyor" tespitinin yanında şu tespiti de yapabiliriz sanırım. "Bu sezon ligde kim daha yüzdeli ve çok üçlük sokarsa genellikle o takım maçı kazanıyor". Takımların 2 sayılık atışlardan çok 3 sayılık atışlar denediklerine o kadar fazla şahit oluyoruz ki, dolayısıyla maçın şeklini değiştiren etken haline geliyor 3 sayılık atışlar. Hele, 2-3 tane art arda zor pozisyonda üçlüğü atınca, arkadaki taraftarın da oyuna katılmasıyla maç geliveriyor bir anda ev sahibi ekibe. Aynı cuma günü Mrsic'in yaptığı gibi. 2. periyodun ortasına kadar 8-10 sayılık bir farkla önde götürüyordu maçı Fenerbahçe; sakin, düzenli hücum edip, savunmada hatalar yapsa da elinden gelen gayreti gösteriyordu sarı kırmızılılar. O arada Mrsic girip 2 tane üçlüğü salladı, arkadan bir de Ömer Onan'ın imzası gelince işlem tamamlandı. Sonra 15-20'ye çıkan farkı kapatmak için yapılan bilindik savruk hücumlar, gereksiz zorlamalar... Son periyot en azından farkı 15 sayıda tutayım da, ligdeki sıralama açısından avantaj yakalayayım mantığıyla oynadı Galatasaray; onu da beceremediler haliyle, 30'a kadar gitti maç... Sanmıyorum ki, bu saatten sonra 2 veya 3. sırayı kapabilsin Galatasaray...

Cumartesi programı 4 maçla geçildi. 2 maç son saniyeye kadar kafa kafaya giderken, diğer ikisi daha ilk periyottan kopup başka amaçlara hizmet etti. Erken kopan maçların biri, Akatlar'daydı. Üst üste aldığı 5 galibiyetle küme düşmeme hedefini gerçekleştirmiş olan Erdemir, fazlasıyla rahat gelmiş İstanbul'a. İlk 4-5 dakika kafa kafayaydı maç; Baxter 3-4 tane üçlüğü gönderip farkı 10'lara çıkarınca onlar da fazla zorlama gereği hissetmediler kendilerini. Rehavet olacağı tahmin edilebilirdi aslında geçen haftadan sonra. Gerçekleştirdikleri hedefin verdiği rahatlıkla Beşiktaş'ın tempo basketboluna uyum sağladılar, sonları pek hayırlı olmadı. Bu oyunu çok daha fazla seven Beşiktaş, ritim bulma sıkıntısı da yaşamayınca son birkaç dakika 18-19 yaşındaki gençlerini de oyuna sokma fırsatı buldu. Taraftar son saniyeye kadar 100 isterken, içeriye devrilen Mehmet Azmi Turgut'un, "Kelepçe" lakaplı Alper Yılmaz'dan basket faulü alması, daha da güzeli Alper Yılmaz'ın genç oyuncuyu tebrik etmesi enfes bir enstanteneydi. Gönül onu, oynamayı bıraktıktan sonra da basketbolun içinde görmek ister.

Başka amaçlara hizmet eden maçlar dedik önceki paragrafta. O tanıma tam anlamıyla "cuk" oturan maçtı kesinlikle Mersin-Kolej maçı. 35 dakika sahada kalan Lofton üçlüklerde 17/22, toplamda 21/28 şut isabetiyle 61 sayıyı gördü. Fenerbahçe Ülker maçında da bunun benzerini izlemiştik ondan. 61 sayısının yanında 6 top çalması da dikkat çekici ama 61 sayıyı gören bünye, pek fazla dikkat çekemiyor ona haliyle. Kolej, yabancılarını yolladıktan sonra geçen hafta Ankara'da Kepez'e bir darbe vurmuştu ama kapasiteleri belli işte. Bir de böyle bir Lofton olunca direnmeleri daha da az mümkün oluyor haliyle.

Uzatmaya giden maçların ilki Ayhan Şahenk'te yaşandı Darüşşafaka ile Antalya arasında. Darüşşafaka'nın bu maç öncesi ufak da olsa bir düşme ihtimali vardı. Bu maçı alarak hem o ihtimali tamamiyle ortadan kaldırdılar, hem de yeniden play-off potasına girdiler. Play-off yapabilirler mi? Zor, ama son ana kadar şanslarını zorlayacakları kesin. Maçı uzatan üçlük Soner'den gelmiş bu arada, onu da belirtelim. Bu sezon çıkış yakalayanlardan o da; böyle toplarda sorumluluk alıp, bu sorumluluğun gereğini de yerine getirmesi takdire şayan. Antalya da doğal olarak Telekom'la eşleşmek için bir şeyler yapmaya çalışıyor sanırım. Zira ligi 5. sırada bitirirlerse, büyük olasılıkla 4. olacak Galatasaray'la eşleşecekler ve seriye 1-0 geride başlayacaklar. Ama 6. olmaları halinde, yine çok büyük olasılıkla Türk Telekom'la eşleşecekler ve seriye 1-0 önde başlayacaklar. Bunun etikliği bazılarına göre tartışılır ama ben onlara hak veriyorum. Kalan maçlarının teki Efes Pilsen'le zaten, o maçı isteseler de kazanmaları zor. :)

Kapanışı, bugün 3 maçla yaptık. Efes Pilsen, Antalya'da küme düşmemek için çırpınan Kepez'i mağlup ederek ateşin içine yolladı. Fitch'in 30 sayısı Kepez'e yetmedi başlıklarını görürüz muhtemelen yarın gazetelerde... Efes'te bu sezonun bir klasiği olarak sayılar yine dağılmış, 5 oyuncu çift hanelere ulaşmış. Kepez'in fikstürü çok da kolay değil. Haftaya yine içerde oynayacaklar, rakipleri Mersin. Bu maçı kazanmaları lazım, zira son hafta Bursa'ya gidecekler ve eğer Oyak Renault play-off iddiasını son haftaya taşırsa - ki zor bana göre - oradan galibiyet çıkarmaları kolay olmaz. Aliağa Petkim ile galibiyet sayıları aynı ama ikili averajda da gerisindeler rakiplerinin. Kesinlikle 1 maç almaları lazım minimum, hatta Aliağa Petkim'in alacağı sonuçlara göre bu ihtiyaç 2'ye de çıkabilir veya ne yaparlarsa yapsınlar yetmeyebilir de...

Aliağa Petkim'in yabancıları gönderdikten sonra aldıkları sonuçlar son derece çarpıcı. Geçen hafta Banvit'i son ana kadar zorlayıp yenememişlerdi. Bu hafta geçen haftanın aksine 1 yabancı bile yoktu, üstüne takımın yedek guard'ı Bora Sancar'ın sezonu kapattığı haberi de gelmişti maç öncesi. 3. guard'ları genç Berkay Sahillioğlu ile başladılar maça ve tüm maçı da onla götürdüler. Ve, düşme potasında Kepez'den sonra ikinci mücadele ettikleri takım olan Selçuk'u 60-50 ile geçtiler. Berkay, 40 dakikada 5 sayı atabilmiş yalnızca ama 11 asisti dikkat çekici. "Ne varsa, Türkler'de var" mı demeli acaba? Selçuk da 10 galibiyette kaldı böylece. 10 sayı farkla kaybederek ikili averajda da Aliağa'nın gerisine düştüler. Kalan maçları Telekom ve Darüşşafaka ile. Onların da en azından 1 galibiyet çıkarmaları gerekebilir buradan. Aliağa Petkim, haftaya Galatasaray deplasmanına gidiyor. Burada kazanmaları zor ama son hafta kendi sahalarında düşmemeyi garantilemiş Erdemir'i yeneceklerini düşünüyorum ben. Beklenenin aksine bir sürpriz yaparak ligde kalabilir Aliağa, çok ama çok önemli bir galibiyet oldu bu onlar için...

Türk Telekom, 3 hafta üst üste kaybettikten sonra 2 haftadır üst üste kazanan Banvit'i Ankara'da 93-79'la geçti. Türk Telekom'un kalan 2 maçı Selçuk ve Galatasaray'la. Onlar da ikinci olarak Antalya'dan kaçmaya çalışacaklardır. Zira, ligi büyük ihtimalle 7. sırada bitirecek Mersin'e karşı olası bir eşleşmede 1-0 önde başlayacaklar. Yeni transfer Oscar Torres de sahadaydı. İlk yarıyı izleyebildim, pek fazla izlenim edinemedim eline pek top almamasından dolayı ama fazla etki yaratacak bir oyuncuyu da benzemiyor açıkçası. Banvit ise, Selçuk Ernak'ın görevden ayrılmasının ardından daha düzenli, daha fazla pota altından oynayan bir takım haline geldi. Her maç 10 üçlükten aşağı denemeyen Crispin çoğunlukla müsait pozisyonları bekledi denemek için ve sadece 7 üçlük denemesinde bulundu, ki 3'ünde de isabet buldu bunların. Takım halinde de 21 üçlük denediler, ki 30'dan aşağı denemeyen bir takımdır genelde Banvit. İçeride Lance Willams çok etkili ama onun dışında önemli bir pota altı oyuncu olmamasından ve Williams'ın da çok çabuk yorulmasından mütevellit oyunun belli bölümlerinde sıkıntı yaşıyorlar. Ayrıca, Andre Brown da düzeni bozmaktan başka bir işe yaramıyor. Kendisinin bir benzeri Erdemir'de: Antwain Barbour. Lakin Barbour düzeni bozarken iyi işler çıkartıyor. Brown hem hücumu sürklase ediyor, hem de bir şey üretemiyor. İlk yarının büyük bölümünde sahadaydı ama boxscore'dan baktığım kadarıyla 19 dakika süreyle bitirmiş maçı. 2. devrede epey az süre aldı sanırım, hayırlı olmuş...

Torres'i Bellemişler


25 Nisan 2009 Cumartesi

Şu ana kadar ne oldu: Cleveland - Detroit

Efendim, bildiğiniz gibi Playoff'lar başladı, hatta ilk turun sonlarına gelindi. Ben de eşleşmelerin durumlarını masaya yatırayım dedim. Değerlendirmeye tuttuğum takım, NBA normal sezon birincisi ve pek tabii ki bana göre en önemli şampiyonluk adayı Cleveland ve çok başarılı geçen senelerin ardından, hızlı çöküş dönemine geçen Detroit'le başlayacağım. Okuyunuz.

Öncelikle seri başlamadan önceki tahminim 4-1'di. Detroit'in yıllardır süregelen kazanma alışkanlığı, bizim bana göre kesin olan 2-0 sonrası cıvıma olayı beni tek maç alma olasığı hakkında düşündürmüştü. Seri başladı ve tahminlerim Detroit'in beklediğimin de altında kalması sonucunda tam anlamıyla içimde patladı. Adamların içi geçmiş bilader, bir Prince vardı ona da Lebrağam hesabı kesti. Rasheed desen artık onun da sonbaharı, bırakacak bizleri.

Kısa kısa (hatta çok kısa kısa) maçlara bakarsak, ilk maç bize normal sezondaki son maçı hatırlattı. Çok düşük tempoda, savunmaların çarpışmasını seyrettik camia olarak. Neyse bizim asi taraftar ve Lebron'un maça ağırlığını koymasıyla rahat aldık. İkinci maçta ise Lebron'un yanına diğerlerinin de katılımıyla çok rahat kazandık. Detroit; aynı tas,aynı hamam. Stuckey de takılıyor Rafer Alston nidasıyla. Gelgelelim 3.maç, ki Detroit için kesinlikle çok önemliydi, yine düşük tempoda geçti, Lebron'u daha da iyi tuttular. Bu sefer de bizim zengin frontcourtun ihtiyar delikanlısı Joe çıktı meydana. Çok uzatmaya gerek yok, biliyorum çok aceleye geldi, tam aktaramadım size durumu. Kısaca; Detroit efsanesi bitmiştir, daha da gelmez uzun süre NBA'e.

Mo sende akıllı ol yavrucum, hadi bu seri idare ediyoruz da sıkıntıya gerek yok ileriki turlarda.

Stuttgart'ın Haftası

Bundesliga'da bugünü karlı kapatan takım Stuttgart oldu. Evlerinde Frankfurt'u Caceau ve resimdeki Mario Gomez'in golleriyle 2-0 mağlup ettiler. Bu haftayı, Stuttgart'ın haftası yapan sadece kendilerinin kazanması değil rakiplerinin de kaybetmesi. Bayern Münich, Allianz Arena'da Halil'in tek golüyle 1-0 mağlup oldu. Kupa ve Şampiyonlar Ligi'nden sonra lig de yavaş yavaş elinden gidiyor Münich'in, sadece şampiyonluk değil Şampiyonlar Ligi şansını da riske soktular. Klinsmann için tehlike çanlarından da fazlası çalıyor artık. Diğer sonuç; Dortmund'un Hamburg'u evinde 2-0 mağlup etmesi. Evinde bu sezon hiç kaybetmeyen Dortmund'un bu galibiyeti şaşırtıcı değil. Hamburg çok yoğun bir tempoda götürüyordu sezonu, hafta arasında da 120 dakikalık maç oynamışlardı kupada.

4. sıraya yükseliverdi 2-3 saat içinde Stuttgart. Önlerinde Münich, puanları 55. Avrupa Ligi derken, Şampiyonlar Ligi de göz kırpmaya başladı onlara. Kalan 5 maçlarının ikisi Bielefeld ve Cottbus ile. Diğer 3'ü Wolfsburg, Schalke ve Münich. Özellikle son hafta Allianz Arena'da oynanacak olan maç sırasını çok büyük ölçüde etkileyecek gibi Stuttgart'ın.

İnsan Değil

Ligin 18. haftasında Fenerbahçe Ülker'e karşı 13/20 üçlük ve 47 sayıdan sonra bir resital daha Lofton'dan. Biraz önce sona eren Mersin-Kolej maçında 17/22 üçlükle oynadı; takımının 116 sayısının 61'ine imzasını attı. Maçın yayını olmadığı için boxscore'dan takip etmek zorunda kaldık. Son periyotta Mersin'de tüm yedekler oyuna girmişken Lofton hala sahanın içindeydi, son 1-2 dakikaya girilirken muhtemelen taraftara alkışlatmak için çıkardı onu Ahmet Kandemir. Edip Burhan Spor Salonu'nda çıkan alkış sesinin inanılmazlığını tahmin etmek zor değil.

Hafta arasında milli takım söylentisi de çıkmıştı ciddi biçimde Lofton için. Oynadığı bu maçtan sonra o ihtimal de epeyce kuvvetlendi bana göre. Açıkçası kendi adıma, bu yaştaki İbrahim yerine Lofton'ı tercih ederim. Yaşı genç; kumaşı, class'ı belli. Bekliyoruz efendim.

Jens Lehmann

Euro 2008 Finali'nde İspanya'ya kaybettikten sonra milli formaya veda etmişti Lehmann. 39 yaşındaki Stuttgart'lı, 2010 Güney Afrika'da ihtiyaç olursa oynayabileceğinden bahsetmiş, Joachim Löw ve milli takımın kaleci antrenörü Andreas Koepke'nin cevabı gecikmemiş. Şu an ellerinde 4 yetenekli kaleci olduğunu belirtmişler (Wiese, Adler, Enke, Neuer). Sırasıyla 28, 24, 31, 23 yaşında bu isimler. 2010 yılında 40 yaşını dolduracak olan bir kaleciden daha iyi seçenekler olacakları kesin. Wiese ve Enke'nin tatsız anıları yok değil ama özellikle Adler'e kaleyi teslim edilmesinin doğru karar olacağını düşünüyorum ben.