31 Mayıs 2009 Pazar

Şampiyonlar Ligi 2009/2010

Seneye Şampiyonlar Ligi Grupları'nda mücadele edecek 32 takımdan 22'si belli.

Manchester United
Liverpool
Chelsea
Barcelona
Real Madrid
Sevilla
Internazionale
Juventus
AC Milan
Bordeaux
Marseille
Wolfsburg
Bayern Munich
Rubin Kazan
CSKA Moscow
Unirea Urziceni
Porto
AZ Alkmaar
Glasgow Rangers
Beşiktaş
Dynamo Kyiv
Standard Liege

Diğer gelecek 10 takım da ön eleme maçları sonrası belirlenecek. Ön eleme sisteminde bu sene bazı değişikliklere gidildi, onlara da bir açıklık getireyim.

İlk ön eleme turunda mücadele edecek 4 takım bulunuyor. Bu takımlar; Mogren (Karadağ Şampiyonu), UE Sant Julia (Andorra Şampiyonu), Hibernians (Malta Şampiyonu), Tre Fiori (San Marino Şampiyonu). Karadağ ve Andorra takımları seribaşı bu turda. Malta ve San Marino takımlarıyla eşleşecekler yani.

Buradan çıkacak 2 takım, 2. ön elemede bulunan 32 takıma katılacak ve 2. ön elemede takım sayısı 34'e tamamlanacak. İlk ön elemeden gelecek 2 takım dışındaki 32 takımın listesi:

Copenhagen
Levski Sofia
Partizan
Maccabi Haifa
Dinamo Zagreb
Wisla Krakow
BATE Borisov
Red Bull Salzburg
Kalmar FF
APOEL
Stabaek
Slovan Bratislava
Ventspils
Maribor
FH Hafnarfjördur
Inter Turku
Ekranas
Bohemians
Zrinjski
Debrecen
Sheriff Tiraspol
WIT Georgia
Makedonija Gjorce Petrov
Baku
Levadia
Tirana
Aktobe
Pyunik Yerevan
Rhyl
Glentoran
EB/Streymur
F91 Dudelange

Bu 34 takım birbirine kıracak ve takım sayısı 17'ye düşecek. Daha sonra bu 17 takıma, şu 3 takım eklenecek: Olympiacos, Slavia Prague, Zurich.

Toplamda 20 takıma ulaşılacak. Bu 20 takım önce 10'a, sonra 5'e inecek ve o 5 takım, Şampiyonlar Ligi Grupları'nda mücadele etmeye hak kazanacak. UEFA'nın sistemi değiştirmesinin en büyük sebebi, futbolda oldukça geride kalmış çok zayıf ülkelere az da olsa şans tanımak. Yıllardan beri süre gelen sistemle, bu takımların şansı yok denecek kadar azdı. Şimdi; Olympiacos, Slavia Prague ve Zurich gibi favorilerin hiç takılmadan 3'te 3 yaparak gruplara kalacağına hesap etsek bile, diğer küçük ülkelerden 2 underdog takım gruplara kalabilecek en kötü ihtimalle.

Geriye kalıyor 5 takım böylelikle.

Seeded: Shaktar Donetsk, Sporting Lizbon, Celtic, Anderlecht, Panathinaikos.
Unseeded: Sparta Prague, Dinamo Bucureşti, Twente, Dynamo Moscow, Sivasspor.

Görüldüğü üzere, Sivasspor oynayacağı ilk ön elemede seri başı olamayacak. Muhtemel rakipleri; Shaktar, Sporting, Celtic, Anderlecht ve Panathinaikos. Buradan sıyrılacak 5 takım, şu 5 takımla eşleşecek:

Arsenal, Fiorentina, Stuttgart, Olympique Lyon, Atletico Madrid.

Yani, ufak çaplı (belki de büyük çaplı) bir mucize lazım Sivasspor'un gruplara kalabilmesi için. İlk turda dahi işleri çok zor olacak. Elendikleri takdirde Avrupa Ligi'ne atlayacaklar ve orada mücadeleye Play-off turundan başlayacaklar. Yanılmıyorsam, orada da seribaşı olamayacaklar...

18 Mayıs 2009 Pazartesi

NBA Konferans Finalleri

Konferans finaline yükselen takımlar Cavaliers, Magic, Nuggets ve Lakers oldular. Sürpriz diye nitelendirebileceğimiz bir sonuç var mı peki? Magic'in Celtics'i elemesi bana göre sürpriz değil, ortada olan bir seriydi, hatta Magic'i favori gösterenler çoğunluktaydı. Ama tabii Celtics'in 3-2'den seriyi vermesi sürpriz olarak nitelendirilebilir haklı bir biçimde. Celtics tarihinde 3-2 öne geçtiği 32 serinin tamamını ve oynadığı 7. maçların 20'sinden 17'sini kazanmıştı. Hidayet kontrolden çıkınca tüm bu istatistikler yalan oldu. Play-off'ların başından beri beklentileri tam anlamıyla karşılayamıyordu kendisi ama öyle bir imza attı ki dün gece Garden'da, çıkarttığı bütün rezil maçları unutmuş olmalı Magic taraftarları. İlk turda Sixers serisinde, Magic 2-1 gerideyken 4. maçta son saniye şutuyla maçı ve belki de turu almıştı Hidayet, bu kez tüm maça yaydığı bu olağanüstü performans sayesinde takımı Celtics'i deplasmanda 20'ye yatırdı. Ne kadar methiye düzülse az bu adam için...

Diğer yanda 7. maça kadar giden bir Lakers-Rockets serisi vardı ancak bu seri biraz ilk turdaki Heat-Hawks serisini anımsattı bana. Orada da 7. maça uzayan bir seri izlemiştik ama bütün maçlar 20-30 sayı fark aralığında bitmişti hemen hemen, çekişme denen bir olgudan gram dahi yoktu ortalıkta. İki takım da birbirinden birer deplasman maçları aldılar, geriye kalan maçlarda ev sahibi olan takımlar rahat kazandılar maçları, ki karşılıklı kazanılan birer deplasman maçının da büyük heyecana sahne olduğu söylenemez. Tabii, bu seriyi Heat-Hawks serisinden ayıran önemli özellikler var elimizde. Rockets, seriye "underdog" bir biçimde giriyordu şampiyonluk favorisi Lakers karşısında, herkesin beklentisi 4-1, en fazla 4-2'lik bir seriydi. Staples'ta verilen ilk maç sonrası Laker'lı topçulara bir titreme gelmesi ve Toyota'da kazanılan bir maç, saha avantajının tekrar ele geçirilmesi... Staples'ta ortaya koyulan dominant oyun ve serinin 3-2'ye gelişi. Lakers taraftarları play-off öncesi McGrady, play-off sırasında da Mutombo ve Yao ikilisini kaybetmiş Rockets'e karşı Toyota'da alınacak bir galibiyetle serinin sonlanacağından emin. Beklenilen olmuyor, seri 7. maça taşınıyor, haliyle Lakers camiasında sinir kat seviyesi hafiften artmaya başlıyor. Son maçın kazanılacağından herkes emin ama şüpheler ilerisi için daha çok. Konferans finalinde rakipleri Nuggets, onları geçmeleri halinde finaldeki rakipleri çok çok büyük bir olasılıkla Cavaliers, ki bu takımların bu lakayıtlığı Rockets'ten daha ağır bir biçimde cezalandıracağı kesin...

Bir de Cavaliers-Hawks ve Nuggets-Mavericks serileri var ki, üzerine konuşacak çok şey yok bana göre. Nuggets ve Cavaliers için diyeceklerimiz, bundan önceki post'ta yağdırdığımız övgülerin bir tekrarı niteliğinde olacak nihayetinde. Ama yine de Nuggets-Mavericks serisinin 3. maçındaki son pozisyona burada yer vermek gerek. Son 7 saniyeye 2 sayı önde giriyor Mavericks 2-0 geride olduğu seride, Carmelo moladan sonra topu alıyor, penetre girişiminde bulunuyor, bu sırada onu savunan Wright izin vermiyor içeriye girmesine, Carmelo da çizgiye doğru yöneliyor şuta kalkmak için, bu sırada Mavericks'in faul hakkı dolmadığı için Wright kolunu takıyor Carmelo'ya bilinçli olarak ve pozisyonun devamında hiçbir şey yapmıyor, hakemler oyunu faulle kesmeyince bomboş pozisyonda Carmelo üçlüğü gönderiyor ve Nuggets maçı kazanarak seriyi 3-0'a taşıyor, hatta ve hatta bu basketle bitiriyor seriyi. Faul, faul tabii ama Wright'in düdük çıkmadan Carmelo'yu savunmayı bırakması, bana Rüştü'nün ofsayt diye elini kaldırıp topu bıraktığı pozisyonları hatırlattı. Pozisyon şurada izlemek isteyenler için, herkesin görüşü farklı olabilir...

Nuggets-Lakers: Nuggets, buraya sadece 2 maç kaybederek geldi. İç saha performansları zaten iyi ama dış saha performansları da oldukça çekici. Hornets'e karşı dışarıda oynadıkları 2 maçtan birini son topta kaybettiler, diğerini 58 sayılık farkla kazandılar. Mavericks'le deplasmanda oynadıkları 2 maç da son dakikalara kadar kafa kafayaydı, ki birini de aldılar yukarıda belirttiğimiz üzere. Lakers cephesinde Bynum, Rockets serisinin 7. maçında iyi sinyaller verdi. İlk 6 maç sahada hayalet gibi dolaşan Drew, son maçta 22 dakika sahada kalıp 6/7 isabetle 14 sayı 6 ribaund 2 blokla dağıttı Rockets pota altını. Bu seride karşısında Rockets pota altı olmayacak ama, bunu hesaba katmak gerek. Kenyon Martin, Nene ve Chris Andersen'den oluşan inanılmaz sert ve aktif bir frontcourt'a sahip Nuggets, karşılarında sertlik görünce pısan Gasol ve bir gelip bir giden Bynum olduğunu düşününce, işler kolay olmayacak gibi Lakers için. Kobe'nin Rockets serisinden çok daha etkili olmasını bekliyorum bu seride, karşısında Battier-Artest gibi savunmacılarının olmayışını geçtim, bu seride aldığı onca eleştiriden sonra pusup kalacağını sanmıyorum ben hiç, mutlaka bir cevap verecektir cümle aleme. Fisher bildiği tüm duaları etsin, şu aşamadan sonra Billups'a karşı yapacağı pek başka bir şey yok gibi zira...

Cavaliers-Magic: Sonucu belli bir seri desek yanlış olmaz sanırım, Orlando'nun şu seriyi kazanması çok büyük bir basketbol mucizesinin gerçekleşmesi demek zira. Her şeyden önce tecrübe açısından bir adım önde Cavaliers. LeBron genç yaşına rağmen buraların havasını iyi bilen bir adam, Magic ise Hardaway'li Shaq'li döneminden sonra ilk kez yükseliyor konferans finallerine. Diğer endişe yaratan konu, Magic'li oyuncuların tecrübesiz oluşunun dışında sorumluluktan gereğinden fazla kaçmaları, baskıyı Hidayet dışında kaldırabilen tek bir oyuncunun olmaması. Celtics serisinin ilk maçında 28 sayı öne geçtikleri maçı veriyorlardı, şans biraz Celt'lerin yanında olsa. 6. maçta, yine Garden'da 9 dakika kala 14 sayı farkla önde oldukları maçı kaybettiler son 5 dakikada basket dahi atamayarak. Son maçta Hidayet bu kadar aşırı bir performans göstermese, buraya bile gelemeyebilirlerdi. Ve bu seride, baskıyı kaldırabilen tek oyuncu dediğimiz Hidayet'in karşısında da LeBron olacak. Howard dışındaki tüm eşleşmelerde Cavaliers'li oyuncuların avantajı mevcut, ki bench'ler için de aynı durum geçerli. Howard'ın takımı sırtına alıp tek başına taşıyacak bir yapısı da yok bana kalırsa, zira 1'e 1 hücumda sayı üretmek için herhangi silahı yok, bu da takımın sıkıştığı anlarda devreye girecek oyuncu bulma sıkıntısı yaşayabileceği anlamına geliyor.

Bu arada yazının başında Hidayet genel olarak play-off'ta beklentileri karşılayamadı demiştik ama insaflı olmak gerek biraz sanki. İlk turda Igoudala, ikinci turda Pierce'la eşleşti, şimdi de LeBron olacak karşısında. Her ne kadar düşük bir ihtimal olsa da finale çıkılması halinde derin bir "oh" çekecek gibi Hidayet, zira karşısında Ariza olacak. Tabii Lakers, Nuggets'a elenmezse. Öyle bir durum söz konusu olursa, Hidayet için haberler yine kötü: Carmelo Anthony...

17 Mayıs 2009 Pazar

Bir Kez Daha...

Manchester United dün Old Trafford'da oynanan maçta Arsenal'le 0-0 berabere kaldı ve Premier Lig'deki 11. şampiyonluğunu ilan etti. Tüm lig tarihini işin içine katarsak 18. şampiyonluk demek bu. Ayrıca Ferguson'un 1998-99, 1999-00, 2000-01'de art arda kazandığı şampiyonluklardan sonra ikinci kez art arda üç şampiyonluk kazanışı bu. Manchester United 1996-97 ve 1997-98 sezonlarında da şampiyon olmuştu ve eğer aradaki 1997-98'i kaptırmasaydılar, 6 yıl üst üste şampiyonluk gibi, inanılması güç bir şeye imzalarını atacaklardı. Kazanılan 18. şampiyonluğun anlamı çok büyük zira ezeli rakipleri Liverpool ile şampiyonluk sayılarını eşitlediler. Ve herkes bilir ki, Ferguson'un en büyük hedefidir Liverpool'u şampiyonluk sayısında geçmek. Görevi ne zaman bırakacaksınız sorularına da hep "Liverpool'u geçince..." şeklinde cevap vermiştir. 17 yıllık Premier Lig tarihinde 11 şampiyonluklarının olması, son dönemlerin en dominant takımı olduklarının göstergesi. Dolayısıyla Liverpool'u geçmek çok da zor gözükmüyor onlar adına. Lakin bu sene ilk kez bu kadar şampiyonluğa yakın olan Liverpool'un seneye daha iyi mücadele edeceği ve bizleri daha dişe diş bir şampiyonluk mücadelesinin beklediği kesin. Sonuçta, işin ucunda "en çok şampiyon olan takım" ünvanı duruyor...

Ferguson'un maçın sonlarında ne kadar heyecanlı olduğu anlaşılabiliyordu televizyon ekranlarından. Kendisi de "tarihteki en uzun 90 dakika" olarak tanımlamış dünkü maçı. 19. şampiyonluğun önemini de açıkça vurgulamış, çok istiyor belli. Premier Lig kurulduğundan beri forma giyen tek oyuncu olma özelliğini taşıyan Giggs'in de 11. şampiyonluğu oldu bu Manchester United'la birlikte. İşin ilginç yanı, Manchester bu şampiyonlukların yalnızca 2'sini Old Trafford'da kutlayabildi. Düne kadar kazandıkları 10 şampiyonluktan yalnızca 1'ini Old Trafford'da, taraftarları önünde kesinleştirebilmişlerdi...

Cristiano Ronaldo kalacak mı gidecek mi tartışmaları arasında ligde 18, toplamda 26 golle tamamladı yine sezonu. 3 sezondan beri Manchester United'ın en golcü oyuncusu konumunda. 2006-07'de 23, 2007-08'de 42 gol atmıştı Portekizli. Son 3 sezonda attığı toplam gol sayısı 91. Böyle bir futbolcunun teknik direktörüyle yaşadığı münakaşalarda daha baskın olan taraf olmasını beklersiniz değil mi? Ama bu takımda işler öyle değil. Manchester halkı ikilinin yaşadığı tartışmada bu efsanenin yaratıcısı olan Ferguson'un yanında durdu net bir şekilde ve doğru olanı da yaptıkları kesin...

Gündem Eurovision, o yüzden oradan bir örnek vermekte sakınca görmüyorum. Her yıl Eurovision'da istisnasız bir şekilde sunucu Bülend Özveren, "1975'te Semiha Yankı ile başlayan yolculuk..." tadında bir giriş yapar, arkasını artık kılıfına göre uydurur. Alex Ferguson da muhtemelen bundan 15-20 yıl sonra aynı şekilde hatırlanacak. "Ferguson'un 1990'ların başında Schmeichel, Irwin, Cantona'larla başladığı yolculuk; Yorke, Cole, Beckham'larla; Ruud, Roy, Ferdinand'larla; Cristiano, Wayne, Vidic'lerle........".....

Şaaampiyon!!!

15 Mayıs 2009 Cuma

Her Kafadan Bir Ses @ Batug.com

Görüldüğü üzere uzun bir süredir blogu bir türlü güncelleyemedik, daha doğrusu güncellemeye zaman bulamadık şu 1 hafta boyunca. Ama bu olayın sebebi alışılageldiği üzere üşengeçlik değil de, çok önemsediğimiz Batug.com için Her Kafadan Bir Ses olayıydı.

Çok uzatmaya gerek yok, şu 1 haftadır tamamen Her Kafadan Bir Ses'e yoğunlaştık. Sanırım güzel de oldu. Biz Nöbetçi Golcü'lerin yanına, her konuda yardımlarını esirgemeyen çok sevgili Cem abi ve MVP Kerem ağabeyimize teşekkürü borç biliriz.

Link de burada, okumak isteyenler için...

8 Mayıs 2009 Cuma

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Şampiyon Panathinaikos

Geçtiğimiz haftasonu düzenlenen Euroleague Final-Four organizasyonu, yine büyük heyecana sahne oldu. Üçüncülük maçı dışındaki bütün maçlar son ana kadar nefes kesti, şampiyon Ramunas Siskauskas'ın kaçırdığı şut sonrası Panathinaikos oldu.

İstatistikler üzerinden gidelim. Panathinaikos, finalde CSKA Moskova'yı 73-71'le mağlup etti. İki takım 2007 yılında da finalde karşılaşmış, Panathinaikos rakibini yine 2 sayı farkla geçip (skor 93-91) şampiyonluğa uzanmıştı. Yunan temsilcisi (iyiden iyiye haber kıvamına gelmeye başladı post bu arada) ilk Euroleague şampiyonluğunu Paris'te düzenlenen dörtlü turnuvada 1996 yılında kazanmıştı. Bu şampiyonluk, son 13 yılda kazandıkları 5. Euroleague şampiyonluğu oldu, dolayısıyla toplamda da. Coach Obradovic yönetimindeki 4. şampiyonluğu bu Pana'nın. Yani takımın 1996 yılında kazandığı ilk Euroleague şampiyonluğu dışında, tüm şampiyonluklarda Obradovic imzası var. O takım şampiyon olurken, takımın coach'u Bozidar Maljkovic'ti ve o kadroda takımı sırtlayıp götüren Dominique Wilkins de mevcuttu. Panathinaikos'tan bağımsız, coach Obradovic'in 4 ayrı takımda (Partizan, Badolana, Real Madrid, Panathinaikos) Euroleague şampiyonluğu kazandığını ve bunu yapabilen tek isim olduğunu da belirtelim.

Yarı finalin ilk maçında Barcelona ile son şampiyon CSKA Moskova karşılaştı. Denk bir eşleşme olarak görülebilirdi takımların güçlerine baktığımızda, hatta tek tek isimlere baktığımızda Barcelona'nın daha iyi bir kadroya sahip olduğunu da söylemek mümkün ama tecrübe, alışkanlıklar, istikrar gibi etmenler her sporda olduğu gibi basketbolda da çok önemli. CSKA Moskova geçtiğimiz senelerdeki kadar ağır favori değildi bu Final-Four'da ama final oynayacaklarını düşünüyordum ben yine de. Tabii finalde karşılaşacakları muhtemel rakipleri Panathinaikos hem Barcelona'ya göre daha komple bir takımdı, hem de başlarında coach sıfatıyla Xavier Pascual gibi bir isim değil Zelimir Obradovic bulunuyordu. Maça harika bir giriş yapmıştı Barcelona, ilk çeyrekte 9 sayılık bir farkı da koydular araya. Lakin, zaman ilerledikçe Barcelona'nın bu kadar yüzdeli şut atamayacağı, CSKA'nın da toparlanacağı gün gibi ortadaydı. Barcelona tarafında şut yüzdeleri düştükçe, CSKA tarafında Langdon, Khryapa ve özellikle de Siskauskas gibi isimler sahne almaya başladıkça (Siskauskas 18'i son çeyrekte olmak üzere, 29 sayı üretti bu maçta) CSKA maçın liderliğini eline aldı, bir daha da bırakmadı. Tabii, CSKA'nın bu geri dönüşünde aslan payı Barcelona coach'u Xavier Pascual'da bana göre. Takımın bu sezon en önemli birkaç oyuncusundan biri olan (Türk olmasıyla da zerre alakası yok, söyleyeyim) Ersan İlyasova, 12 dakika 50 saniye süre alabiliyor sadece. Diğer yanda Gianluca Basile tam 36 dakika sahada kalıyor. Toplamda ne ürettiklerini bir karşılaştırmak lazım. Ersan 1/2 iki sayı isabetiyle 2 sayı üretmiş, yanına 5 ribaunt, ki ikisi çok kritik yerlerde alınan hücum ribaundu bunların, 2 de asist eklemiş. Tek kötü yanı, 0/3 üçlük yüzdesi. Basile ise, 1/8 isabetle 5 sayı-5 ribaunt-1 asist yapmış. Sanırım işin tecrübe tarafını düşündü Pascual ama bu kadarı da fazla kaçıyor. Aynı zamanda 12 dakika sahada kalan Ersan'ın maçın son 3 dakikasında sahada olması daha fazla komik kaçıyor ya, neyse.

Yarı finalin diğer maçını kesik kesik izlemiştim, o yüzden o maça dair söyleyecek fazla şeyim yok açıkçası. Maçın sonlarında iyi oyunu gözüme çarptı Olympiakos cephesinden Papaloukas'ın. Ama, iyi pota altı elemanları olmalarına rağmen çok fazla Greer üstünden oyun tercih ettiler gibi gördüm ben izlediğim bölümde, bilmiyorum yanılıyor muyum? Öte yanda, iç dış dengesini gayet iyi kurmuş bir Pana vardı. Tabii yine izleyebildiğim kadarıyla. Özellikle, pota altını Olympiakos'tan çok daha verimli kullandılar Batiste ve Pekovic ile. İç dış dengesi dedik, şu istatistiklerle özetleyebiliriz sanırım. İki guard Saras ve Spanoulis 18'er sayı; iki uzun Pekovic ve Batiste sırasıyla 20 ve 19 sayı ürettiler. Ayrıca bu iki uzunun toplamda 19 top kullandığını ve bunların 14'ünde basketi bulduklarını belirtmek gerek. Yine aynı ikilinin toplamda 13 kez serbest atış çizgisine gidip, 11'inde isabet bulduğu es geçilmemeli. Tüm bu veriler bile, Panathinaikos'un pota altı gücü hakkında hiç bilmeyen kişilere dahi önemli fikirler verebilir.

Tamamen gereksiz buluyorum üçüncülük maçını, izlemedim de zaten, kendimi finale sakladım. İyi ki de saklamışım, harika maç oldu cidden.

Bir TBL klasiğidir. Ligimizde her hafta maç oynayan 16 takımdan çoğu iki sayılık atıştan çok üç sayılık atış dener, bıkmadan usanmadan. Panathinaikos da aynı o TBL takımları gibi bıkmadan usanmadan sürekli üç sayı denedi ama soktuğunuz sürece bir problem yok tabii. 23 tane iki sayılık atış, 27 tane üç sayılık atış denediler final maçında. Yarı final maçını değerlendirirken ön plana çıkarttığımız pota altını kullanma özelliklerinin harika bir şekilde sahaya yansıdığı maçta, Olympiakos'a karşı 40 tane iki sayılık atış, yalnızca 15 tane iki sayılık atış denemişlerdi. Ama dediğimiz gibi, soktuğunuz sürece sorun yok. 27 üçlük denemesinin 13'ünde isabet buldular, neredeyse %50'lik bir orana tekabül ediyor bu. Tabii, iki sayılık atışlara bu kadar az yönelmelerinin de sebepleri vardır elbet. Pota altından geçen maç olduğu kadar iyi üretim yapamamaları, Pekovic'in faul problemi sebebiyle yalnızca 15 dakika sahada kalması ve maçı da 5 faulle tamamlaması gibi. Özellikle, ilk yarı Spanoulis'ten tutun Saras'a, Fotsis'ten tutun Diamantidis'e her oyuncu kullandığı üç sayılık atışlarda isabet buldu. Hücumda, yarı finalde Barcelona karşısında olduğu gibi tutuk başlayan CSKA Moskova, devreyi 48-28'lik skorla 20 sayı geride kapadı. Kıytırık bir lig maçında 20 sayılık bir fark pek sorun değildir belki ama bu seviyedeki maçlarda bırakın 20'yi, 10 sayının üstündeki farklardan gelip maçı almak bile oldukça zor. Hele ki söz konusu maç, Euroleague final maçıysa...

Ama, yanılttı herkesi CSKA'lı oyuncular ikinci yarıda oynadıkları basketbolla. Panathinaikos'un da buna bir katkısı olmadı mı? Oldu tabii. Zaten her daim, bu tarz 20-30 sayı arası bir farktan yapılan comeback'lerde, o geri gelen takımı takdir ettiğim kadar, o geri dönüşe izin veren takımı da eleştiririm. Zira, karşıdaki takım her ne kadar mükemmel seviyede bir oyun ortaya koysa da, bu kadar büyük farklardan geri dönmek için rakip takımın kötü oyununa da ihtiyaç olduğu muhakkak. Aynı bu maçta olduğu gibi. İkinci yarıda gerçekten harika oynadı CSKA. Ama, Panathinaikos ilk yarıda olduğu gibi yine çok yüzdeli şut kullansaydı son topa kalan bir final izler miydik? Bence hayır. Biraz yukarıdaki de istemedi değil CSKA'nın dönüşünü. Maçın bitimine 5 saniye kala %90'la serbest atış kullanan Jasikevicius'un 1/2 atması buna bir işaret mesela. Maçı da kazanabilirdi Ruslar. Molaları vardı, topu ortaya sahaya getirdiler, üstüne Siskauskas'la çok da kötü olmayan bir üç sayı pozisyonu da yakaladılar ama olmadı... Ayrıca yukarıdaki fotoğrafta Pekovic'in maçtaki hal ve şeriatı gayet güzel bir şekilde gözler önüne serilmiş...

Final-Four'daki tüm takımlara sundukları bu güzel basketbol ziyafetinden dolayı teşekkür etmek lazım. Tabii, Panathinaikos'a ayrıca kocaman bir tebrik gidiyor...

5 Mayıs 2009 Salı

Marsilya'da Deschamps Dönemi

Bilirsiniz gerek medya, gerek kamuoyu tarafından herhangi bir sportif başarısızlıkta ilk suçlanan genellikle teknik direktör, sonra da yönetimdir. Teknik direktörün eleştirilmesini çok fazla onaylamam genel olarak, hatayı yönetimde ararım, hatanın kaynağı yönetimdir sonuçta.

Bu sezon da bizim Galatasaray yönetimini baya bir eleştirmiştik doğrusu ama saolsun Marsilya yönetimi şükrettirdi bizim yönetime. Bildiğiniz gibi Marsilya, 7 senedir süregelen Lyon şampiyonluklarına son vermeye çalışıyor ve ligin bitmesine 4 hafta kala Bordeaux'yla birlikte bunu başaracak iki ekipten biri. Teknik direktör de malumunuz bizim eskilerden Eric Gerets. 17 sene sonra da şampiyonluğu almaya ilk kez bu kadar yaklaştılar sanırım. Yani genel olarak herşey olumlu.

Gerets'in takımdan ayrılacağını açıklamasından sonra, Ribery vak'asından bu yana ayar olduğum Diouf yönetimi sağlam bir skandala imza atarak Deschamp'la anlaştıklarını açıkladılar. Şampiyonluğa giden bir takımda, bunu yapmak düpedüz intihardır müdür. Bunun sana göresi,bana göresi yok. Gerets, dolayısıyla oyuncular da etkilenecektirler bu durumdan şüphesiz ki. Belli de ettiler zaten etkilendiklerini Toulouse maçında.

Yalnız Deschamp iyi seçim gelecek 2 sezon için. Sonuçta Monaco'yu Şampiyonlar Liginde finale kadar taşımış, Juve'yi de yeniden Serie A'ya çıkartmıştı. Burada da başarılı olur kanımca.

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Liverpool 3-0 Newcastle United

Liverpool, Premier League'de bitime 3 hafta kala takibi sürdürmeye devam ediyor. 2 hafta önce Anfield Road'daki 4-4'lük beraberlik ağır bir darbe vurdu Kırmızılar'a ama son 1-2 aylık döneme bir bütün olarak bakarsak formlarının zirvesindeler. 27. haftada alınan 2-0'lık Middlesborough mağlubiyetinden sonra; Real Madrid, Manchester United ve Aston Villa'ya 10 gün içerisinde 13 gol geyiği... Bu maç da dahil olmak üzere devam eden 5 haftada toplanan 10 puan. Normal şartlar altında gayet tatmin edici olmalı ama Liverpool'un içerisinde bulunduğu durum sebebiyle yeterli değil.

Liverpool: Reina, Arbeloa, Carragher, Agger, Aurelio, Alonso (Lucas 80), Mascherano (Ngog 89), Benayoun, Gerrard, Riera (Babel 63), Kuyt.
Subs Not Used: Cavalieri, Dossena, El Zhar, Skrtel.
Newcastle:
Harper, Beye, Coloccini, Bassong, Duff, Smith, Butt, Martins (Owen 80), Barton, Lovenkrands (Gutierrez 46), Viduka (Nolan 80).
Subs Not Used: Krul, Guthrie, Edgar, Carroll.

Bu 5 haftalık süreçte gelen 4 galibiyetin 3'ünde maçı domine eden, rakibi boğan bir Liverpool vardı sahada. Deplasmandaki 1-0'lık Fulham galibiyetini bir yana koyalım, -ki o karşılaşmada da gol son dakikada gelmesine rağmen özellikle ilk yarıda çok güçlü bir dominasyon söz konusuydu Liverpool adına,- 4-0'lık Blackburn galibiyeti, izleyemediğim ama okuduklarımdan anladığım kadarıyla 3-1'lik Hull City galibiyeti ve son olarak da 3-0'lık Newcastle United maçı bu görüntünün oluştuğu maçlardı. Elbette aradaki Arsenal maçı içinde de bu durumun geçerli olduğu zaman dilimleri oldu ama o maçı apayrı bir kategoride değerlendirmek gerekiyor.

Dossena kötü maçlar çıkardıktan sonra yerini Aurelio'ya kaptırdı. Bu sezon ilk 11'de görmeye alıştığımız isimlerden Skrtel de yedek kulübesindeydi, Agger'in yerine. Ortadaki harika üçlüde Gerard'ın sakatlığı sırasında şans bulan Lucas, onun dönüşüyle birlikte yine kesik yedi. Mascherano-Alonso-Gerard üçlüsünden oluştu o bölge her zamanki gibi. Hatta maç içinde Alonso, Gerard ve Mascherano'nun bir üçlü oluşturmasından ziyade, Gerard'ın daha önde oynadığını ve Liverpool'un 4-2-3-1 gibi bir yapıya büründüğünü gördük. Keane'in ayrılışı, Ngog'un yetersizliği derken, Torres'in de yokluğu sonrası ileride geçtiğimiz sezonlarda ve bu sezonda daha farklı bölgelerde değerlendirilen Kuyt şans buldu. Benitez, onu Liverpool'da çok iyi bir iç kanat oyuncusuna evirmişti ama bu, ortada bazı zorunluluklar olunca belirli kalıpların dışına çıkılmayacağı anlamına gelmiyor tabii. Zaten onun arkasındaki Gerard, Riera ve Benayoun normalden daha fazla yığıldılar rakip sahanın ilerilerine baskı oluşturabilmek için. Özellikle Benayoun ve Gerard'ın sık sık içe doğru girdiğini gördük, ki ilk golde Benayoun'un bulunduğu konum bunun en güzel ispatı. Ceza sahasının sağ çarprazından Kuyt topu arka direğe gönderirken, Benayoun bir anda orada bitiveriyor. Goldeki ofsayt pozisyonu tartışılır ama maçın öyle bir genel görüntüsü vardı ki, izleyene rahatlıkla o dakikada olmasa, başka bir dakikada elbet Liverpool golü bulacak dedirttiriyordu. Özetle, Blackburn maçındaki dominasyonun bir tekrarını izlediğimi hissettim Newcastle maçında.

Alan Shearer'ın gelişi çare olmadı Newcastle semalarına. Görevdeki 5. maçında 4. mağlubiyeti oldu bu maç. Galibiyeti ise henüz yok. Tek puanı geçen hafta 0-0'lık Porstmouth maçı sonrasında gelmişti, ki yapılan hesap kitaplara göre o alınan 1 puan da hayal kırıklığıydı. Shearer çıktığı 5 maçın 3'ünde Chelsea, Tottenham ve Liverpool gibi ligin sağlam ekipleriyle karşılaştı ama ondan bu maçlarda çok şey çıkarması beklenmiyordu zaten. Newcastle kalan fikstürüne bakıp hedef maçlar seçmişti kendisine ligde kalmak için. Bunlardan ikisi de Sunderland ve Portsmouth maçları olmalıydı. Sonuç: Sunderland'den 0, Portsmouth'tan 1 puan. Her galibiyette 1 milyon pound'u cebine indirecek olan Shearer için vakit azalmaya başladı. Ama hala son bir şansları daha olabilir. İki hafta üst üste St. James Park'ta oynayacaklar. Önce, küme düşmemek için geçmeleri gereken 2 takımdan biri olan Middlesborough ile, sonra da ligin ortalarındaki Fulham'la. 6 puan çıkarmaları şart, zira son hafta Aston Villa deplasmanındalar. Diğer rakipleri olan Hull City, bu akşam Aston Villa deplasmanına çıkacak. Onların da bu maçtan sonra önlerinde hedef maçları olan Stoke City ve Bolton maçları var. İşlerini son haftaya bırakırlarsa onları kötü bir sürpriz bekliyor olacak: Manchester United.

Yukarıda bahsetmiştik Benayoun'un çabasından ve Newcastle savunmasını ne kadar zorladığından. Şuradaki chalkboard'larla da destekleyelim yazdıklarımızı. Benayoun'un pas grafiğinin altında Riera'nınki de var ki, o da son derece değerli işler yaptı maç içinde. Liverpool'un özellikle 4-0'lık Real Madrid maçından sonra yoğunlaşan ve Aston Villa, Blackburn, Newcastle maçlarıyla tavan yapan bir iç saha performansı var ama ne kadar yeterli olacak? 2 mağlubiyetle ligin en az mağlubiyet alan takımı Liverpool. Farkı yaratan özellik, beraberlik hanesinde yazan 11 rakamı. Stoke City, Hull City, Manchester City gibi takımlara Anfield Road'da ikişer ikişer dağıtılan puanlar, deplasmandaki Middlesborough kayıpları sezon sonu sorgulanabilir. Şu anda da sorgulanıyor gerçi ama sezon zirvede bitirilemezse eğer - zor gözüküyor - daha da fazla sorgulanacak bunlar.

Kalan fikstürde West Ham United ve West Bromwich Albion deplasmanlarıyla birlikte Anfield Road'daki Tottenham Hotspur maçları var. 9 puan çıkarılması muhtemel, ama işin bir de öteki tarafı var. Manchester United'la aradaki puan farkı 3 ve Sir'in öğrencilerinin bir maçı eksik. Bu hafta arasında Emirates'te Arsenal ile oynadıktan sonra, hafta sonu evlerinde Manchester City'i ağırlayacaklar, ondan sonraki hafta arasında o eksik kalan maçlarını oynayacaklar Wigan deplasmanına giderek. Kapanışı da Arsenal ve Hull City maçlarıyla yapacaklar. Öncelikle, hafta arasında Emirates'ten nasıl bir hal ve sonuçla çıkacakları önemli. Lig maçlarını da etkileyebilir o maçtan çıkacaklar zira. Ama o maç bir kenarı koyulup bakıldığında, çok zor bir fikstürü olmadığı söylenebilir United'ın. Manchester City ve Wigan maçlarında kayıp yaşamalarının oldukça zor olduğunu düşünüyorum. 37. hafta Old Trafford'daki Arsenal maçı hakkında öngörülerde bulunmak için Şampiyonlar Ligi'ndeki çarpışma beklenmeli derim. Son hafta Hull City için kritik bir hafta olabilir ama unutulmamalı ki, eğer o hafta Manchester United için de kritik olursa işler United'dan çok Hull City için zorlaşacaktır...

3 Mayıs 2009 Pazar

TBL'nin Yükselenleri

Melih Mahmutoğlu: Yukarıdaki fotoğrafta o acayip pozisyonda duran kişinin ta kendisi. 1990 doğumlu, 19 yaşında henüz. Hatta mayıs doğumlu olduğundan, 19 yaşını doldurmadı bile. Efes Pilsen altyapısından yetişmiş bir oyuncu Melih, bu sezona kadar Efes Pilsen'in pilot takımı konumunda olan Pertevniyal forması giyiyordu TB2L'de. Bu sezon başında Darüşşafaka Cooper Tires kadrosuna dahil edildi. Ama es geçilmemesi gereken önemli bir noktayı belirtmek lazım. Melih, Darüşşafaka Cooper Tires'ta her hafta düzenli olarak 20 dakika civarında süre alırken, diğer yandan da Pertevniyal ile maçlara çıkmaya devam ediyor. Pertevniyal'da Amerikalı oyuncu Joey Nathaniel Knight ile birlikte sırtladılar takımı. Knight'in sayı ortalaması 21, Melih'in 24. Pertevniyal bu iki oyuncusunun harika katkısına rağmen (sayı krallığında İbrahim Kutluay'ın arkasından 2 ve 3. sıralarda yer alıyorlar) lige çıkma mücadelesinde çeyrek finalde Tofaş'a 2 maçı da kaybederek elendi. Fiziksel olarak yeterli gelişimi gösteremedi daha Melih ama skorer yapısıyla ciddi şanslar buluyor bu yaşında TBL'de. Özellikle, yayın gerisinden yakaladığı isabet oranı çok iyi. Ülke olarak büyük sıkıntı çektiğimiz şutör oyuncu pozisyonunda bir umut olabilir ilerisi için. 8 sayı ortalamayla oynuyor bu sene ligde ve önünde daha çok uzun seneler var. Fiziksel olarak göstereceği gelişimin yanında, oyununun diğer yönlerine de bir şey katabilirse birkaç yıl içinde adından çok daha fazla bahsettireceğine eminim kendisinin.

Cevher Özer: Geçtiğimiz sezona oranla performansında en büyük artış gösteren oyunculardan Cevher. "Genç, gelecek vaat eden" bir etikete sahip bir oyuncu değil, 83 doğumlu. Beşiktaş Cola Turka'ya ilk geldiği yıl fena iş çıkarmamıştı ama geçen yıl o Shumpert'lı Nicevic'li Sinan'lı Drobnjak'lı kadroda fazla şans bulamamıştı kendini. Bu sezon Beşiktaş'ın basketbol şubesi yabancı transfer işini çorba edince, işler Türk oyuncuların üzerine kaldı. Bu Türk oyuncularının yüklendiği sorumluluğun en büyük payı Cevher'e aitti. İyi bir fundamental'ı var, pota altına top indirildiğinde kendi skorunu üretebiliyor, bir uzun için hiç de fena olmayan bir asist yeteneği var, ribaunt sezgileri oldukça kuvvetli ve bir şutör kadar iyi üçlük atabiliyor. En değerli özelliği en sonda söylediğimiz, en fazla o oldürücü üçlükleriyle ön plana çıkıyor ama komple bir oyuncu Cevher, bunun farkına varmak gerekiyor. Son olarak geçtiğimiz sezonki istatistikleriyle bu sezonki istatistikleri arasındaki farkı verelim. Geçen sezon; 3 sayı, 3 ribaunt, 0.5 asist; bu sezon 13 sayı, 7 ribant, 1.5 asist...

Mehmet Yağmur: Pınar Karşıyaka altyapısından yetişme Mehmet, ilk maçına çıktığında henüz 16 yaşını doldurmuştu. İlk 2 yılı az süreler alarak, hatta bazen süre almayarak geçirdi Mehmet. 2005/06 sezonunda süreleri ciddi şekilde arttı, 18 yaşında Galatasaray derbisinde 23 sayıya imzasını attı. Mehmet'in o maç attığı 23 sayı, bu sezon Aliağa Petkim'e karşı attığı 24 sayıdan sonra TBL kariyerindeki en iyi 2. performansı skor bazında. Pınar Karşıyaka'da bolca süre alarak geçirdiği 2 yıldan sonra Beşiktaş Cola Turka'nın yolunu tuttu 2007/08 sezonunun başında. Açıkçası ilk sezonunda hiç beğenmemiştim Mehmet'i. Dalmau'nun backup'ıydı o sezon ve herkes o takımın en zayıf noktasının oyun kurucu mevkii olduğunu söylüyordu haklı olarak, ki maç içinde hücumu çok kez 3-4 numara oynayan Shumpert'ın yönetmesi de bunu doğrular nitelikte. Bu sezon, yine o da Cevher gibi yabancı sorunsalının ardından patlama yaptı. Onun da bu sezonki ortalamaları ile geçen sezonki ortalamaları arasında çok ciddi bir fark var. Mire Chatman'ın sakatlığı, para sorunu derken ilk beşe yerleştiği zamanlar da oldu; süreleri tavan yapmaya başladı, haliyle kendine özgüveni de geri geldi. Öyle ki, Chatman geri döndükten sonra bench'ten gelip 17 ve 14 sayı buldu sırasıyla Selçuk Üniversitesi ve Galatasaray Cafe Crown maçlarında. Hızı, süratı, turnikeleri iyi düzeyde ama bir oyun kurucu için ziyadesiyle istikrarsız bir dış şut yüzdesine sahip ve karar yeteneğini de yeterli seviyede değil. İkilimde kalıp çok anlamsız şeyler yapıyor bazen hücumlarda zira. Mehmet Yağmur'a da takım arkadaşı Cevher'e yaptığımız türden bir kapanış yapalım. Geçen sezon 3.5 sayı, 1 ribaunt, 2 asist; bu sezon 8 sayı, 2 ribaunt, 3 asist...

Ahmet Çakı: Kısaca anlatalım hikayesini. Darüşşafaka takımında yardımcı antrenörlük görevi yaptı aşağı yukarı 10 yıl boyunca. 2005 yılında aldı görevi, henüz 29 yaşında. 2005/06 sezonunun ardından askerlik sebebiyle ara vermek zorunda kaldı basketbola. 2007/08'de Mersin BŞB.'yi çalıştırdıktan sonra yaz döneminde Milli Takım'da Tanjevic'in yardımcılığını yaptı. Ardından yeni sezon başlarken İtalya takımlarından Avellino'da yardımcı antrenörlük görevine başladı. İlk 8 haftada yalnızca 1 galibiyet alabilen Erdemir ona teklifi götürdü, o da kabul etti teklifi. İlk geldiği maçta takımı CASA TED Kolejliler'i mağlup etse de, devam eden 3 haftada mağlubiyetler peşi sıra gelmeye devam etti. Sonrasında yapılan birkaç transfer, biraz rötüş, uyum sürecinin geçişi, takımın Ahmet Çakı'nın basketbol mentalitesini kavramaya başlamış olması... Tüm bunların sonucunda ortaya çıkan sonuç harika. Kesinlikle, Yücel Platin'le birlikte senenin en iyi coach'u kendisi. Görevi devraldıktan sonra çıktığı 21 maçta 11 galibiyet aldı Erdemirspor. Son hafta kaybedeceklerini varsayalım. 11 galibiyet 11 mağlubiyet oluyor toplamda, %50'lik bir oran. Sezon başından beri bu %50'lik grafik yakalansa, takım şu anda 7 veya 8. sıradan play-off'taydı. Tabii, arada müthiş bir Türkiye Kupası macerası da var. Çeyrek finalde Aliağa Petkim'i, yarı finalde 2 uzatma sonunda Galatasaray Cafe Crown'u mağlup edip finalde Efes Pilsen'in karşısına dikildiler. Yenildiler, ama sonuna kadar direndiler, maçı da çok az bir farkla kaybettiler... Eğer seneye de bu takımda kalırsa, ki ben kalacağını, en azından kalması gerektiğini düşünüyorum, sezon başlamadan önce iyi bir hazırlıkla ve kendi kafasındaki kadroyla Erdemir'e play-off oynatacağını düşünüyorum. Basamakları ikişer üçer çıkıyor kendisi ve artık bunu hak ediyor...

Final 4 @ Berlin - Semi Finals

32,16,8 şimdi de 4. Efendim bildiğiniz gibi basketbolla ilgilenen, seven herkesin merakla beklediği Final 4 organizasyonu Berlin'de 2 gün önce başladı, bu akşam bitecek. Ben de hem oynanan yarı finaller hakkında yorumlarımı yazayım, hem de final maçı için çok küçük bir preview yapmak için yavaş olduğum (saygılar ağabeyim) klavyenin başına geçeyim dedim.

İlk maç CSKA ve Barça arasındaydı. Doğrusu her ne kadar Barcelona'yı favori gösterenler olsa da (bkz:Kaan Kural) çok fazla bir şüphem yoktu bu maç hakkında. Aslında Barcelona daha iyi başladı CSKA'ya göre. İlk periyotta Lakovic, Navarro'nun dışardan üçlükleri bulması, eski dost Andersen'in de Barcelona adına en etkili performansını sergilemesi eminim ki acaba dedirtmiştir bazı basketbolseverlere. Her neyse, Barcelona'nın üstünlüğü bana göre Navarro ve savunmada önemli katkı veren Grimau'nun 3 faul alması ve dolayısıyla koç tarafından oyundan alınmasıyla sona erdi. Bu dakikadan sonra Siskauskas oyuna ağırlığını koydu, önce maçı dengeye getirdi, son periyotta da son tokadı vurdu. Yalnız CSKA adına çok önemli bir oyuncu var, ki bu performansı beklemiyordum kendisinden. Khryapa özellikle CSKA'nın rezil başlangıcında belki de takımını oyunda tutan isimdi. Ayrıca aldığı 10 ribo da cabası. Ne diyelim, CSKA'ya başarılar ardı ardına oynayacakları 4. Euroleague finali öncesinde. Ha bu arada bana göre Messina'nın son Euroleague maçı olacak bu final, keyfini çıkarın.

Evet geldik Alman anti-terör timlerini Berlin'e getiren, gerçekten özel bir maça. Maç aslında aynı şekilde başladı, aynı şekilde bitti. Pao maç boyunca Pekovic ve Batiste'den pota altında sayılar bulmaya çalıştı ve doğrusu bunda gerçekten başarılı oldular. Spanoulis ise gerek içerden, gerek dışardan iyi buldu potayı. Olympiakos alıştığımız üzere Greer'ın eline baktı genel olarak. Yalnız Saras'a da ayrı bir parantez açmak lazım, Maccabi'de oynadığı günlerden beri ben bu adamın yüzünde böyle bir hırs, gözlerde böyle bir ışık görmedim arkadaş, dikkatli olsun Messina. Ayrıca Giannakis, Theo'yu filan haketmiyorsun bilader. Neydi lan son hücum öyle. Benim gözler de bu dakikalarda Boston maçına kayıyor, kısa kesiyorum.

Yazıyı bitirmeden bir de en başta bir final preview sözü vermiştik onu da yapalım. Favori CSKA, bana göre her Euroleague takımına, her zaman, her yerde olduğu gibi. Haklısınız Siskauskas atamaz 29 sayı ama Barça maçında fena batıran Smodis, Holden hatta Morris üçlüsünden çok şey bekliyorum. Yazıyı bitirmeden ilginç bir not da verelim. Yarı finalde eşleşen aynı ülkenin iki takımın galibi, bir istisna dışında kupayı kazanamıyor. Kim bu istisna derseniz, şimdi Pao'nun koçu olan Obradovic'in o zamanki takımı Joventut Badalona derim...

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Kutuda Bunları Da Gördük #1 Gökhan Taşkın




Bir Sloven Daha

Gasper Vidmar'a yeni yeni alışmaya başlamışken (!) bir Sloven genç haberinin daha gündeme gelmesi Fenerbahçe'li taraftarların kabuslarına girmiş olsa gerek. Söz konusu oyuncu Urban Gorjanc. Oyunu, istatistikleri hakkında çok fazla veri yok elimde. 1992 doğumlu ve 2.13m boyunda. Maribor Branik forması giyiyor. Slovenya'nın alt yaş grubu takımlarında çokça defa oynamış. Şu an sadece söylentilerden ibaret bunlar ama tabii eğer böyle bir transfer gerçekleşirse en azından 1 yabancı oyuncunun takımdan gönderilmesi gerekecek. Bu isim kim olur? Green ve Vidmar isimleri geliyor akla ilk başta. Lakin, Tanjevic'in bu iki oyuncuya karşı gösterdiği inanılmaz sevgi ve peygamber sabrı nedeniyle kesin bir şeyler söylemek kolay değil. Bir bakarız, Solomon veya Smith gitmiş...