30 Temmuz 2009 Perşembe
Elano ve Galatasaray Üzerine
Santos'tan 7 milyon euro karşılığında Shaktar Donetsk'e transfer oldu. Orada da istikrarını devam ettirdi ve sezonda ortalama 24.5 maça çıktı. Ne var ki, Shaktar ondan istediği geliri elde edemedi. Aldıkları fiyatın yalnızca 1 milyon euro üstüne Manchester City'e gönderdiler. Özellikle, takımdaki ilk senesinde ve ikinci senenin ilk devresinde gösterdiği performans çok etkiliydi. İkinci yarıda bir düşüş yaşadı ve Arap, Abu Dhabi grubunun satın aldığı kulüp tarafından, doğal olarak gözden çıkarıldı sezon sonunda. Bunda, geçen sezon Stephen Ireland'ın göstediği harika performans ve Gareth Barry transferlerinin de etkisi var mutlaka. Bu iki oyuncudan formayı kapmanın zor olacağını bilen Elano da takımda kalmaya fazla istekli değildi. Inter ve Milan söylentileri de geçti onun için, ki bana göre Milan söylentileri doğruydu, Andrea Pirlo'nun satışının söz konusu olmasından dolayı. Galatasaray tercihinin sebebinde en önemli etken şüphesiz, almış olduğu forma garantisidir. Seneye, 2010 Dünya Kupası var ve Elano, Brezilya Milli Takımı'nın her daim ilk 11'inde yer alan bir oyuncu. Manchester City'de kalsaydı veya Milan'a gitseydi, önümüzdeki Dünya Kupası'nda oynama şansını riske atabilirdi. Galatasaray'da bu sezon göstereceği iyi performans, ona Dünya Kupası'nda forma şansı olarak geri dönebilir. Gerçekçi olmak gerekirse, Elano gibi en üst düzey takımlarda forma giyebilecek bir oyuncunun yıllarca Galatasaray'ın parçası olabilmek adına, İstanbul tercihi yaptığını söylemek haksızlık olacaktır. Muhtemelen, bu sezonki iyi bir oyunun ardından, Dünya Kupası'nda da ismini parlatıp, Avrupa'nın birinci sınıf kulüplerine geri dönüş yapmak isteyecektir, yaşı 30'u görmeden. Böyle bir satış söz konusu olsa da olmasa da, Galatasaray kazanan taraf olacaktır. İlk seçenek iyi bir bonservis ücreti, ikinci seçenek kadroda Elano gibi kaliteli bir oyuncu demek olacak.
Elano'nun, göstereceği bireysel performansın ötesinde, Galatasaray'ın ilk 11'inde ve şablonunda çeşitlendirmeler yaratacak bir futbolcu olması çok önemli. Emre Çolak'ın PAF takıma yollanırken, Serdar Eylik'in A takımda tutulması, Arda Turan'ın orta alanın ortasında düşünüldüğünün bir göstergesiydi bana kalırsa. Ama, genel geçer doğru yoktur futbolda hiçbir zaman. Oturmuş ve kalıplaşmış bir sistem her zaman iyidir ve bir geleneğin ortaya çıkmasını sağlar, ki muhteşem bir şeydir bu. Ama, yeri geldiğinde ve gerektiğinde bu kalıplaşmış sistemin ve oyun yapısının dışına çıkıp çeşitli opsiyonlar yaratabilmek de oldukça önemli ve kilit bir noktadır.
Elano'nun, Galatasaray'a birden fazla opsiyon ve açılımlar sağlayacağını düşünmemin en önemli sebebi, Brezilyalı futbolcunun birden çok mevkiide görev yapabilmesi. Evet, bir orta saha oyuncusu ama mevkiisi içinde değişikliklere son derece müsait bir yapısı bulunuyor. FM tabiriyle, orta sahanın ortasında, midfielder center (MC), olarak kullanılabildiği gibi; - yine FM tabirleriyle devam edelim - AMC, AMR ve hatta AML pozisyonlarına kayabilmesini mümkün kılan bir oyun yapısı var, Elano'nun. Elano, klasik bir 10 numara değil. Ancak "oyunun her iki yönünü oynayabilen oyuncu" kalıbının da tam olarak içinde sayılmaz. Nevi şahsına münhasır diyebileceğimiz bir yapısı var ve illa kadro içinden birine benzetmek gerekirse, Ayhan Akman'ın 2-3 gömlek üstünde bir kaliteye sahip olan ve Ayhan'ın biraz daha kaleye yakın olanı diyebiliriz, kendisi için. Top kontrolü, bu ligin görüp görebilecekleri arasında en iyisi. Oyun zekası üst seviyede ve çok iyi bir pasör. "İyi pasör" derken kast ettiğim, Lincoln gibi tek bir pasta takım arkadaşlarını rakip kaleciyle karşı karşıya bırakabilmesi değil. Daha ziyade, oyunu kuran, takımın maestroluğunu üstlenen, takımı yönlendiren türden paslar bunlar. Uzaktan şutları ve frikiklerinden de, sezonda size 5-10 gol arasında bir rakam garanti edebilecek bir oyuncu. Ciddi sakatlık sorunları yaşamış bir futbolcu değil ve iş ahlakı da, Brezilyalıların genelinden biraz daha farklı. Bu yönüyle ön plana çıkmayabilir ama bu yönünün sorun yaratmayacağını ve takıma zarar vermeyeceğini söylemek, eminim pek çok kişiyi rahatlatmaya yetecektir.
Gelelim, Arda-Elano birlikteliğine. Galatasaray'ın şu anki mevcut 4-1-2-3'ünde, orta ikilini yaratıcı özelliklere sahip olması bir gereklilik. Bu açıdan Elano transferi oldukça önemli. Ancak, ikisinin birden tercih edilecek olmasına pek ihtimal vermediğimi söylemeliyim. Arda ve Elano ikilisi, klasik 10 numaralardan farklı olarak, sahada koşmayı ve mücadele etmeyi size garanti edebilir; ancak, Arda'nın ortada oynadığı Tobol maçında, daha çok bir serbest oyuncu hüviyetinde olduğunu belirtmek gerekiyor. Zaten, böylesine yetenekli bir oyuncuyu sabit olarak bir noktaya çivilemek pek de mümkün ve doğru bir tercih olarak gözükmüyor. Lakin, Arda ortada oynarken, partnerleri Mustafa Sarp ve Ayhan Akman gibi oyunculardı ve zaman zaman yerini kaybeden ve kanatlara açılan Arda'nın yerini az çok idare edebiliyorlardı. Buna rağmen Tobol'un, üst üste 2-3 pasta Galatasaray defansıyla karşı karşıya kaldığını düşünürsek, Arda ve Elano ikilisinin, çok daha güçlü rakipler karşısında, bu bakımdan sıkıntı yaratabileceğini söyleyebiliriz. Üstelik, Elano da Arda gibi hücumu seven bir oyuncu. Bu birliktelik denenebilir ve bazı takımlara karşı olumlu sonuçlar da elde edilebilir, ama süreklilik arz eden bir tercih olmaz. En azından benim gözümde. Arda ve Elano'yu yan yana oynatmaktansa, geçen sene dahi zorlandığının sinyallerini veren Kewell'ı bir rotasyon oyuncusuna dönüştürüp yedek kulübesine büyük bir güç katmak ve yukarıda sıkça bahsettiğimiz Elano'nun yaratacağı çeşitli opsiyonlardan faydalanmak en doğrusu gibi görünüyor.
Galatasaray'ın orta sahadaki üçlüde kullanabileceği oyunculara bir göz atalım; Mustafa, Ayhan, Linderoth, Mehmet, Arda, Elano, Barış. Kanatlardaki opsiyonlar ise şöyle; Keita, Kewell, Arda, Elano, Yaser, Serdar Eylik. Orta saha rotasyonu açısından elinin oldukça kuvvetli olduğu söylenebilir Galatasaray'ın. Orta sahadaki üçlüden, birinin biraz daha geride ve emniyet sibobu göreviyle kullanılacağını biliyoruz. Bu isim, sakatlığından sağlıklı bir biçimde dönmesi halinde, yüksek bir olasılıkla Mehmet Topal olacaktır. Arkasında da Mustafa Sarp bekleyecek. 3. opsiyon olarak da, hem ortadaki ikilide, hem emniyet sibobu görevi görebilecek olan Tobias Linderoth. Burada, herhangi bir sıkıntının yaşanacağını zannetmiyorum. Onların önüne geliyoruz; bu 3 ismi çıkardığımızda elde kalıyor Ayhan, Barış, Arda ve Elano. Barış, şu ana kadar pek kullanılmadı ve Frank Rijkaard'ın akıl futbolunda kendine yer bulabilmesi de açıkçası kolay gözükmüyor. Zira kendisi, Galatasaray takımının görüp görebileceği tekniği en zayıf orta saha oyuncularından biri. Yine de, yedek kulübesi için gayet iyi bir isim olacaktır. Kalan 3 isimden Ayhan Akman'ın da ilk 11'e yerleşeceğini farz edersek, elde Arda Turan ve Elano kalıyor. Galatasaray'a opsiyon yaratan durum, işte bu. İster, Arda Turan'ı ortada kullan, Elano'yu ileri üçlünün sağına at ve sol tarafta Serdar-Kewell ikilisinden birinden faydalan. Ki, bu durum da sağ tarafta Keita dışarıda kalıyor. Elano'yu dışarı alıp Keita da oraya yerleştirilebilir dolayısıyla. Veya, Elano ortada kullanılır, Arda Turan alışık olduğu mevkiiye geçer, sağ tarafta Keita'dan faydalanılır, ki şu an en akla yatkın seçenek bu gibi görünüyor. İster, Arda ile Elano'yu iki kanatta kullan, orta sahaya Barış gibi bir mücadeleci ismi ekle... Opsiyonlar bol kısacası. Bunun dışında, Elano'nun forvet arkasında, supporter oynamaya yatkın bir isim olması, sistem opsiyonlarını da beraberinde getiriyor. Gerek duyulduğu anda, 4-2-3-1 ve baklavalı 4-2-2 sistemleri tercih edilebilir...
Galatasaray kadrosu, şu an gayet yeterli ve yeni sezona hazır görünüyor. İleride tek santrfor olarak değerlendirilecek olan Milan Baros'un iyi bir yedeği hali hazırda yok. Özgürcan ve Erhan Şentürk denendi, ama olmadı. Cem Sultan da aynı şekilde. Serkan Çalık da henüz sakatlığını atlatabilmiş değil. Shabani Nonda da, hazırlık kampında görüldüğü kadarıyla 2007-08 sezonundaki performansına geri dönüş yapmaya pek niyetli değil gibi. Bu durumda akla hiç gelmeyen ama denenebilecek bir opsiyon cepte duruyor: Abdulkader Keita. Fildişili oyuncunun sağ açıktan sonra en verimli oynadığı bölge, Milan Baros'un oynadığı bölge. Elbet, etkinliği Baros'a göre daha az olacaktır ve Baros'un sakatlık veya başka sıkıntılar çekmesi halinde, eksikliği her ne olursa olsun hissedilecektir, ama Keita ve Elano transferlerine ödenen 15 milyon euro civarında bonservisten sonra, Galatasaray yönetiminden bir de Milan Baros'u yedekleyecek santrfor transferi beklemek haksızlık olabilir...
Elano Blumer
29 Temmuz 2009 Çarşamba
Asker Sözü
Zlatan
Kafan Güzel Mi Leonardo?
Milan için geçen sezon hayal kırıklığıydı. Şampiyonlar Ligi’ndeki başarılar hatırına yıllarca takımın başında kalan Ancelotti, iki sene üst üste bu arenada da final görmeyi başaramayınca Milan’la yollarını ayırdı. Geçtiğimiz gün Amerika’da oynanan Inter-Milan maçının 90 dakikasını izleme fırsatı buldum. Inter oyunu istediği gibi dikte ederek rahatlıkla galibiyeti ulaştı, ki onlarla ilgili bir yazı da gelecek fırsat olduğu zaman. Milan ise, abartısız bir şekilde söylüyorum ki rezaletti. Hazırlık maçları karar vermek için erken ve yanıltıcı olabiliyor her zaman tabii, ama her iki takımın da ideal 11’ine yakın kadrolarla sahaya çıktığını söylemek lazım. Eski futbolcuları Leonardo’yu teknik direktörlüğe getirerek Barcelona özentisi oldukları yönünde dalgaya alınan Rosseneri, sahada da Ferguson özentisi bir taktikle sahadaydı. İleride Pato ve Borriello görev yapıyordu ama ileride olmakla pek alakaları yoktu. İkisi de sık sık geriye gelip top alma çabasındaydı ve top orta sahada Pato’nun ayağındayken ceza sahası içinde haliyle tek bir Milan’lı oyuncu dahi bulunmuyordu, oraya koskoca 90 dakikada 3-4 defa girebildiler, onlarda da kabus gibi çöktü Inter defansı üzerlerine. Pato, belki bir Rooney görevi görebilir, her ne kadar fizik olarak ondan daha zayıf olsa da, ama Leonardo elinde bir Cristiano Ronaldo’su olmadığını unutmamalı. Ronaldinho’nun ölmüş futbolu üzerine de söylenecek çok şey var ama hepsi birer tekrar olacak, gerek yok.
Milan’ın transferde çektiği sıkıntı herkesin malumu. Kimle ilgilenseler alamadılar. 28 yaşına gelmiş ve kariyerinde Dünya çapında bir kulüpte forma giymemiş olan Sevilla’nın forveti Luis Fabiano’ya 20 milyonu vermekten çekiniyorlar. Ama o transferi bir an önce bitirseler iyi ederler, zira Amerika’da görüldü ki çok yetersiz bir forvet hattına sahip Milan ve Luis Fabiano veya o tarzdaki bir striker oyuncuya çok acil şekilde ihtiyaçları var. Başkan Berlusconi açıklama yapmış, tecrübeli oyuncuların çok pahalı olduğunu, genç oyunculara yönelmelerinin onlar için daha doğru olacağını söylemiş. Luis Fabiano bir ihtiyaç, genç bir oyuncu değil ama yaşlı da diyemeyiz. Ama Milan’ın bir gençleşme operasyonuna gitmesi gerektiğini de söylemeden edemiyorum 24551. kez. Luis Fabiano gibi bir adam transfer edilip yanında Borriello ve Pato’yla gayet diri forvet hattı elde edilebilir. Aynı şekilde artık kaşarlaşma evresini bile geride bırakmış kaleci Kalac, Favalli, Zambrotta, Jankulovski, Nesta gibi isimlerle de yolların ayrılması gerekiyor. Buna rağmen başkan Berlusconi’ye karşılık gelmiş Leonardo’dan; “tecrübeli futbolculara ihtiyacımız var” şeklinde. Gözün doysun Leonardo tepkisini verdikten sonra, Milan’ın kadrosundaki oyuncuların yaşlarını tek tek yazan ve sonuna da takımın yaş ortalamasını koyan 25313. kişi olma şerefine nail olmak istiyorum.
Dida 35, Kaladze 31, Flamini 25, Pato 19, Gattuso 31, Inzaghi 35, Seedorf 33, Abbiati 32, Nesta 33, Onyewu 27, Zambrotta 32, Kalac 36, Jankulovski 32, Favalli 37, Abate 22, Pirlo 30, Borriello 27, Ambrosini 32, Bonera 28, Thiago Silva 24, Oddo 33, Antonini 26, Ronaldino 29.
Yaş ortalaması: 30
Hani 39’luk Leonardo koysak sırıtmaz. Gayet ciddiyim, şaka falan da yapmıyorum…
Yok Artık Ebesinin Ali Sami - 1
Bilmiyorum, başlık biraz kaba olmuş olabilir. Ama biraz sonra anlatacağım olayı okuduğumda verdiğim ilk tepki buydu ve bu tip haberlerle sık sık karşılaştığımız için devamının da gelme ihtimalini göz önüne alıp bir seri başlatalım dedik. Hikayemiz şu:
Kahramanımız Emily Horne eski bir manken ve porno yıldızı. Hemen google’dan ismini aratmaya kalkışmayın, yapacak olanlar var zira, biliyorum. Siz uğraşmayasınız diye ben arattım efendim, tek çıkan şey bizim anlatacağımız hikaye, görsellerde de umut vaat eden şeyler yok ne yazık ki. Neyse, ipin ucu kaçmadan geri dönelim. Emily Horne, ilk olarak 18 yaşında evleniyor. 3 yıl sonra, henüz ilk kocasından boşanmamışken bir kez daha evleniyor. Çok değil, aradan sadece 1 sene geçiyor, 2 kocası olan Horne 3. defa evleniyor. Dördüncü kez bir daha evleniyor ve 2002’de yasa dışı evlilik yaptığı gerekçesiyle 6 ay hapis cezası alıyor. Doymuyor, 2007’de 5. kez evleniyor. Tabii bu noktaya kadar kocalardan birinin durumu fark etmemesi ilginç. Hanımefendiyi de tebrik etmek lazım, helal olsun, böyle katakulli yapmak her yiğidin harcı değil. Son eşiyle evliyken durum çakılıyor ancak. Yaptırımı ne olmuş, nasıl bir ceza almış, onu bilemiyorum ama ben tam bunları düşünürken alttan gözüme çarpan okuyucu yorumu beni yarmayı başarıyor; “porno yıldızı, 5 koca, 18 yaşında evlilik… bu kadar yükü nasıl taşımış gerçekten ilginç…”…..
Kolo Toure City'de
27 Temmuz 2009 Pazartesi
Yeni Formalar
18 Temmuz 2009 Cumartesi
Tobol Maçı Üzerine
Rıdvan Dilmen, hatırladığım kadarıyla geçen seneki Panionios maçında da, ilk yarı 0-0 bitince, "Hakan Şükür" diye tutturmuştu. Evet, Hakan girdi ve oyun büyük ölçüde değişti, ama sadece bunu söylemek değil yorumculuk. Sadece Rıdvan değil, izleyen milyonlarca kişi de farkında Arda ve Baros girince Galatasaray'ın bu maçtan en azından beraberlik çıkaracağının. Rıdvan Dilmen futbolu sever, güzel tespitleri de vardır ama maalesef tekrarcı bir kişilik yapısına sahiptir ve her ne kadar söylediklerine hak verseniz de, bir yerden sonra "illallah" dersiniz.
Ayrıca, bundan da önemlisi, tespit ettiğim kadarıyla, kendisi hiç mi hiç gündemi, medyayı takip etmiyor. Tamam, girip internetten uzun uzun makaleler okuyup, Tobol takımının wikipedia'sını ezberleyip gelsin demiyorum (aslında yapılması gereken bu ya, neyse), ama orada maçı yorumlayacak olan kişi, "Keita'yla Kewell nerde Ercan ya?" diye bir soru sormamalıdır bana göre.
Bunun dışında... Dünkü maç için taktik-teknik özelinde konuşulacak zerre kadar şey yoktu ortada. Ortada futbol falan yoktu zira. Millet de haliyle, yine bazı takıntılarıyla uğraştı. Sabri gibi, Yaser gibi... Hadi, Sabri'yi anlarım, adam kanser gibi takıma yapıştı da, Yaser'i kiralık gönderelim, satalım demek nedir ya? Galatasaray'ın sisteminde açık pozisyonunda kullanacağı en önemli adamlardan ve elindeki az olan alternatiflerinden biri Yaser. "Arda'dan iyi olacak Aydın" ve Kewell, bence ileri üçlünün açığı olmaktan çok uzakta. Aydın, hiçbirin yerin açığı olamaz ya, neyse. Kewell'ı da oynadıkça göreceğiz diye düşünüyorum. Bilmiyorum, tabii ki yanılabilirim ama Kewell'dan geçen seneki kadar verim alınmasını beklemiyorum, hem sisteme olan uygunluğu, hem ilerleyen yaşı, hem de yaşadığı sağlık sorunları sebebiyle. Tabii, bu hala Kewell'ın, çok iyi bir rotasyon oyuncusu olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Yaser demiştik... Evet, dün o da kötüydü de, dün kim iyiydi, onu söylesin önce Yaser'e kötü diyenler. İnsan, "Yaser'i gönderin, çöp herif" demeden önce biraz hazırlık maçlarını falan izler ya, ayıptır. Bu adam, manşetlere konu olan Emre Çolak'la birlikte - hatta bana göre onun yarım adım önünde - hazırlık kampının en iyi adamıydı. Bu kadar kolay mı silmek?
Bu futbol geçen senenin ilk resmi maçında oynanasaydı - ki oynandı Steaua Bükreş'e karşı ve berabere sonuçlandı o maç, aynı bugün olduğu gibi - ve maçtan sonra "beraberlik iyidir" diyen teknik direktör Skibbe olsaydı - ki geçen sene oldu Ankaraspor deplasmanından sonra - kimbilir, şu an neler yaşıyorduk. Adamı, ciddi ciddi Steaua Bükreş maçından sonra yollayanlar vardı, şaka gibi. Bugün? Tabii, kolay değil o kadar Rijkaard'a sallamak, yüklen yüklenebildiğin kadar futbolculara. Sonra da de, "biz Rijkaard'a kızmıyoruz, ona sabredeceğiz, biz bu ruhsuz gençlere sabredemiyoruz, defolsunlar gitsinler"... Oldu. Sen, eğer Rijkaard'ı savunuyorsan, onun taktiğini savunmakla kalmayacaksın, futbolcularını da savunacaksın. En azından sabredeceksin. Eleştirilmeyi hak eden eleştirilir, ismi Sabri de olsa, Rijkaard da olsa.
Son olarak. Bugün ağızlarını açıp Rijkaard'a tek kelime etmeyen-edemeyen insanlar, birkaç ay sonra onun da bizler gibi insan olduğunu görecek, hafiften geçen seneki muameleye başlayacaklar, hiç merak edilmesin.
10 Temmuz 2009 Cuma
Irakli Labadze
26 Haziran 2009 Cuma
The Big Shaqalier
Öncelikle yüzük yolunda çok önemli takviye bana göre. Takas kesinleştikten sonra "Shaq'ın ölüsü yeter aaabi" diyenlerdendim. Gerçekten de bizimkilerin özellikle playofflarda ayyuka çıkan pota altı üretim sorununu görünce her türlü pozitif bir etki sağlayacaktır takıma diyebiliyorum. Savunmada da koca cüssesiyle her zaman Howard dahil herkesin arkasında kalabilir, o da çok önemli tabi. Bu arada zaten derin olan pota altı rotasyonumuz daha da zenginleşti Shaqtus'un gelişiyle, Varajeo'yu da tutacaktır Dan Gilbert. Joe Smith'in takımdan ayrılacağını öngörürsek takımda şu anda en önemli eksik PF pozisyonunda gözüküyor. Alıştığımız üzere yeniden yapılanmaya giren Bucks'dan Charlie V gelirse iyi iş yapmış oluruz, kendisi de dünden hazır zaten...
Milliyet'ten İnciler
25 Haziran 2009 Perşembe
İspanya 0-2 ABD
87. dakikada direk kırmızı kartla oyun dışı kaldı teknik direktör Bob Bradley'nin oğlu ve saha içinde Amerika'nın Landon Donovan ile birlikte iki komutanından biri olan Michael Bradley. Son derece haksız bir karardı bana göre. Her şeyi bir kenarı bırakıyorum, rakibine önden, rakibi topla oynarken kayan bir oyuncunun, rakibinin topu ayağından çıkarmasıyla, rakibinin ayağına girmesi kırmızı kartı -üstelik direk- hak ettiren bir cinsten hareket midir? Amerika'nın bu turnuvada geride kalan 3 maçta gördüğü 2 kırmızı kart, belki hakemlerin gözünde kötü bir imaj bırakmış olabilir; ama bu asla önyargıya sebep olmamalı. Dünya'daki en nefret edilecesi şeylerden biri olan önyargı, futbolda, özellikle hakemlere bulaşmamalı. Zira, bu önyargının ne gibi sonuçlara sebep açabildiğini, ülkemizdeki Marcio (Mert) Nobre ve Cassio Lincoln örneklerinde çok net bir biçimde gördük biz. En azından, ülkemizin dışına taşmasın istiyoruz... Çok mu şey istiyoruz?..
24 Haziran 2009 Çarşamba
Transfer Haberleri #1
TBL'den bir transfer bu da. Geçen sezonun en çok gelişim gösteren oyuncularından biri olan Evren Büker'i Galatasaray'ı kaptıran Oyak Renault, Bursa'da yetişmiş Ufuk Kaçar'ı kadroya eklemiş küme düşen Selçuk'tan. Yücel Platin'in biten sözleşmesi yenilenmişti, oyuncu transferleri de başlıyor ufaktan. Yanılmıyorsam yabancıların hepsi gidiyor yine, 3 yabancı alınacak her sezon olduğu gibi. Ufuk Kaçar'a kaptanlık da verilecekmiş ayrıca, yılların kaptanı Nedim Dal'ın elinden gidiyor pazuband, bir Bursalı olarak şikayetçi değilim tabii... Alınacak yabancılar önemli, zira yerli rotasyonu biraz zayıf kaldı gibi. Şimdilik bir şeyler söylemek için erken, kadro tamamen kurulunca yorum yapmak daha sağlıklı olacak...
Geçen sezon 10 milyon euro civarında bir bütçeyle yola çıkarken transfer edilen yabancılar duruyor yukarıda, resimde olmayan Andrija Zizic de var ayrıca. Strickland ve Zizic sezon bitmeden ayrıldılar. Gurovic için de sezon daha Ocak'ta bitti zaten, kendisinden 4-5 aydır haber alabilen yok benim bildiğim. Graves ve Milojevic en sağlam yabancılardı tartışmasız, onları da tutamamış Galatasaray. 3 milyon euro bütçe belirleyince gayet normal şeyler bunlar, ama bütçe niye 3 milyon euro diye de kızamıyorum, hatta bir Galatasaraylı olarak memnunum bu durumdan, bu yönetim anlayışıyla 3 milyon da harcansa 10 milyon da harcansa pek bir şey fark etmiyor zaten, ki göreceğiz bu sezon fark etmediğini de. Galatasaray, play-off yapacak; çeyrek veya yarı finalde elenecek. Efes Pilsen ve Fenerbahçe Ülker gibi bütçe olarak çok daha güçlü takımlar var sana rakip olarak ve bu bütçeyi senden çok daha verimli kullanabiliyor bu takımlar, dolayısıyla senin ligde final oynamak için herhangi bir umudun, beklentin olmuyor. Yeri gelmişken belirtelim, Efes Pilsen'in yeni sezonda 20 milyon euro gibi bir rakam ayırması bekleniyor, Euroleague'de final-four için yeterli bir bütçe, eğer doğru kullanılabilirse. Galatasaray'a tekrar geri dönelim ve son olarak, Erdem Türetken ve Cüneyt Erden'le de yolların ayrıldığının haberini verelim...
Son transfer haberimiz, Real Madrid'den. Coach koltuğuna Ettore Messina'yı getiren Perez'li Madrid'de patlamaya başladı transfer bombaları. Futboldaki Kaka ve Cristiano Ronaldo transferlerin gölgesinde kalıyor basketbol şubesinde yapılanlar, ama gözden kaçmamalı kesinlikle. Geçen sezonu Sırbistan'ın Partizan takımında oldukça verimli geçiren ve aralarında Olympiakos, Panathinaikos gibi kulüplerin de bulunduğu birçok talibinin elinden kaptılar Velickovic'i. Perez başkan, sadece futbolda değil, basketbolda da Avrupa Şampiyonluğu'na niyetli görünüyor ve açıkçası, basketbolda istediğini parayla elde etmesi biraz daha kolay olabilir futbola göre. Zira, basketbolda bütçeler, futbola göre çok daha önemli bir yer kaplıyor. Coach olarak Messina'yı getirdikten sonra, eline vereceğin kaliteyle bir kadroyla arkana yaslanıp rahat rahat bekleyebilirsin mesajını verelim Perez'e, içi rahat olsun...
22 Haziran 2009 Pazartesi
Milli Takım Aday Kadrosu
- Kerem Tunçeri, Ender Arslan, Engin Atsür, Kerem Gönlüm, Sinan Güler (Efes Pilsen)
- Ömer Onan, Oğuz Savaş, Ömer Aşık, Semih Erden (Fenerbahçe Ülker)
- Cemal Nalga, Evren Büker (Galatasaray Cafe Crown)
- Bekir Yarangüme (Türk Telekom)
- Cevher Özer (Beşiktaş Cola Turka)
- Barış Hersek (Darüşşaka Cooper Tires)
- Fatih Solak (Aliağa Petkim)
- Ersan İlyasova (Regal Barcelona)
- Hidayet Türkoğlu (Orlando Magic)
En Büyük 3. Lig ?
Kadro kaliteleri dedik yukarıda, takımlar sezon başında gerçekten önemli transferler yaptılar ancak kafaya oynayan takımlara şöyle bir bakarsak, bir önceki seneki kadrolarıyla karşılaştırdığımızda ileri doğru giden tek takımın Efes Pilsen olduğunu görürüz ki bu da bu bütçelerin ne kadar yanlış kullanıldığını gösterir. Neyse ligdeki rekabete bakarsak da doğrudan 2 takımın hegemonyasını görüyoruz. Çok uzatmayacağım ama şampiyonluk yarışında sezon başından beri Efes ve Fenerbahçe favori gösteriliyordu, sezon sona erdi, aralarına girmeye teşebbüs eden takım bile olmadı.E noldu, lig olarak mücadele seviyesinden de kaldık, geçiniz.
Şimdi geldik sadete.Malum basketbol ülkemizde her ne kadar ikinci spor olarak deklare edilse de salonlara çektiği seyirci ve genel ilgi büyük soru işareti oluşturuyor kafalarda. Televizyon seyircisinin bu sene yayın haklarının Spormax'e geçmesiyle büyük azalma gösterdiği açık. Zaten oraya girersek kolay kolay çıkamayız sanırım. Şimdi rakamları vereceğiz de sonuçlar gerçekten üzücü. Özellikle her sene milyonlarca euro para harcayan, Türk Basketbolu'nun lokomotifi ve şüphesiz Türk Basketbol tarihinin en büyük takımı olan Efes Pilsen düştüğü durum can sıkıyor.
Tabi Efes Pilsen dışında diğer takımların da durumu çok farklı değil. Şöyle açıklayalım, ligimizin normal sezonunda en çok seyircisi olan takımı küme düşen Mutlu Akü Selçuk Üniversitesi.
Bütün rakamları buraya taşımak zor iş;
Liglerin ortalama seyirci sayıları için şuraya, takımların ortalamaları için de buraya alalım.
20 Haziran 2009 Cumartesi
Yapma Telekom, Gitme Soner
Ettore Messina
Ayhan Kalyoncu
Seimone Augustus
18 Haziran 2009 Perşembe
Fotolarda Efes Pilsen
Fotoğraflar: Nobetcigolcu.blogspot.com
16 Haziran 2009 Salı
110 Lira
31 Mayıs 2009 Pazar
Şampiyonlar Ligi 2009/2010
Manchester United
Liverpool
Chelsea
Barcelona
Real Madrid
Sevilla
Internazionale
Juventus
AC Milan
Bordeaux
Marseille
Wolfsburg
Bayern Munich
Rubin Kazan
CSKA Moscow
Unirea Urziceni
Porto
AZ Alkmaar
Glasgow Rangers
Beşiktaş
Dynamo Kyiv
Standard Liege
Diğer gelecek 10 takım da ön eleme maçları sonrası belirlenecek. Ön eleme sisteminde bu sene bazı değişikliklere gidildi, onlara da bir açıklık getireyim.
İlk ön eleme turunda mücadele edecek 4 takım bulunuyor. Bu takımlar; Mogren (Karadağ Şampiyonu), UE Sant Julia (Andorra Şampiyonu), Hibernians (Malta Şampiyonu), Tre Fiori (San Marino Şampiyonu). Karadağ ve Andorra takımları seribaşı bu turda. Malta ve San Marino takımlarıyla eşleşecekler yani.
Buradan çıkacak 2 takım, 2. ön elemede bulunan 32 takıma katılacak ve 2. ön elemede takım sayısı 34'e tamamlanacak. İlk ön elemeden gelecek 2 takım dışındaki 32 takımın listesi:
Copenhagen
Levski Sofia
Partizan
Maccabi Haifa
Dinamo Zagreb
Wisla Krakow
BATE Borisov
Red Bull Salzburg
Kalmar FF
APOEL
Stabaek
Slovan Bratislava
Ventspils
Maribor
FH Hafnarfjördur
Inter Turku
Ekranas
Bohemians
Zrinjski
Debrecen
Sheriff Tiraspol
WIT Georgia
Makedonija Gjorce Petrov
Baku
Levadia
Tirana
Aktobe
Pyunik Yerevan
Rhyl
Glentoran
EB/Streymur
F91 Dudelange
Bu 34 takım birbirine kıracak ve takım sayısı 17'ye düşecek. Daha sonra bu 17 takıma, şu 3 takım eklenecek: Olympiacos, Slavia Prague, Zurich.
Toplamda 20 takıma ulaşılacak. Bu 20 takım önce 10'a, sonra 5'e inecek ve o 5 takım, Şampiyonlar Ligi Grupları'nda mücadele etmeye hak kazanacak. UEFA'nın sistemi değiştirmesinin en büyük sebebi, futbolda oldukça geride kalmış çok zayıf ülkelere az da olsa şans tanımak. Yıllardan beri süre gelen sistemle, bu takımların şansı yok denecek kadar azdı. Şimdi; Olympiacos, Slavia Prague ve Zurich gibi favorilerin hiç takılmadan 3'te 3 yaparak gruplara kalacağına hesap etsek bile, diğer küçük ülkelerden 2 underdog takım gruplara kalabilecek en kötü ihtimalle.
Geriye kalıyor 5 takım böylelikle.
Seeded: Shaktar Donetsk, Sporting Lizbon, Celtic, Anderlecht, Panathinaikos.
Unseeded: Sparta Prague, Dinamo Bucureşti, Twente, Dynamo Moscow, Sivasspor.
Görüldüğü üzere, Sivasspor oynayacağı ilk ön elemede seri başı olamayacak. Muhtemel rakipleri; Shaktar, Sporting, Celtic, Anderlecht ve Panathinaikos. Buradan sıyrılacak 5 takım, şu 5 takımla eşleşecek:
Arsenal, Fiorentina, Stuttgart, Olympique Lyon, Atletico Madrid.
Yani, ufak çaplı (belki de büyük çaplı) bir mucize lazım Sivasspor'un gruplara kalabilmesi için. İlk turda dahi işleri çok zor olacak. Elendikleri takdirde Avrupa Ligi'ne atlayacaklar ve orada mücadeleye Play-off turundan başlayacaklar. Yanılmıyorsam, orada da seribaşı olamayacaklar...
18 Mayıs 2009 Pazartesi
NBA Konferans Finalleri
Diğer yanda 7. maça kadar giden bir Lakers-Rockets serisi vardı ancak bu seri biraz ilk turdaki Heat-Hawks serisini anımsattı bana. Orada da 7. maça uzayan bir seri izlemiştik ama bütün maçlar 20-30 sayı fark aralığında bitmişti hemen hemen, çekişme denen bir olgudan gram dahi yoktu ortalıkta. İki takım da birbirinden birer deplasman maçları aldılar, geriye kalan maçlarda ev sahibi olan takımlar rahat kazandılar maçları, ki karşılıklı kazanılan birer deplasman maçının da büyük heyecana sahne olduğu söylenemez. Tabii, bu seriyi Heat-Hawks serisinden ayıran önemli özellikler var elimizde. Rockets, seriye "underdog" bir biçimde giriyordu şampiyonluk favorisi Lakers karşısında, herkesin beklentisi 4-1, en fazla 4-2'lik bir seriydi. Staples'ta verilen ilk maç sonrası Laker'lı topçulara bir titreme gelmesi ve Toyota'da kazanılan bir maç, saha avantajının tekrar ele geçirilmesi... Staples'ta ortaya koyulan dominant oyun ve serinin 3-2'ye gelişi. Lakers taraftarları play-off öncesi McGrady, play-off sırasında da Mutombo ve Yao ikilisini kaybetmiş Rockets'e karşı Toyota'da alınacak bir galibiyetle serinin sonlanacağından emin. Beklenilen olmuyor, seri 7. maça taşınıyor, haliyle Lakers camiasında sinir kat seviyesi hafiften artmaya başlıyor. Son maçın kazanılacağından herkes emin ama şüpheler ilerisi için daha çok. Konferans finalinde rakipleri Nuggets, onları geçmeleri halinde finaldeki rakipleri çok çok büyük bir olasılıkla Cavaliers, ki bu takımların bu lakayıtlığı Rockets'ten daha ağır bir biçimde cezalandıracağı kesin...
Bir de Cavaliers-Hawks ve Nuggets-Mavericks serileri var ki, üzerine konuşacak çok şey yok bana göre. Nuggets ve Cavaliers için diyeceklerimiz, bundan önceki post'ta yağdırdığımız övgülerin bir tekrarı niteliğinde olacak nihayetinde. Ama yine de Nuggets-Mavericks serisinin 3. maçındaki son pozisyona burada yer vermek gerek. Son 7 saniyeye 2 sayı önde giriyor Mavericks 2-0 geride olduğu seride, Carmelo moladan sonra topu alıyor, penetre girişiminde bulunuyor, bu sırada onu savunan Wright izin vermiyor içeriye girmesine, Carmelo da çizgiye doğru yöneliyor şuta kalkmak için, bu sırada Mavericks'in faul hakkı dolmadığı için Wright kolunu takıyor Carmelo'ya bilinçli olarak ve pozisyonun devamında hiçbir şey yapmıyor, hakemler oyunu faulle kesmeyince bomboş pozisyonda Carmelo üçlüğü gönderiyor ve Nuggets maçı kazanarak seriyi 3-0'a taşıyor, hatta ve hatta bu basketle bitiriyor seriyi. Faul, faul tabii ama Wright'in düdük çıkmadan Carmelo'yu savunmayı bırakması, bana Rüştü'nün ofsayt diye elini kaldırıp topu bıraktığı pozisyonları hatırlattı. Pozisyon şurada izlemek isteyenler için, herkesin görüşü farklı olabilir...
Nuggets-Lakers: Nuggets, buraya sadece 2 maç kaybederek geldi. İç saha performansları zaten iyi ama dış saha performansları da oldukça çekici. Hornets'e karşı dışarıda oynadıkları 2 maçtan birini son topta kaybettiler, diğerini 58 sayılık farkla kazandılar. Mavericks'le deplasmanda oynadıkları 2 maç da son dakikalara kadar kafa kafayaydı, ki birini de aldılar yukarıda belirttiğimiz üzere. Lakers cephesinde Bynum, Rockets serisinin 7. maçında iyi sinyaller verdi. İlk 6 maç sahada hayalet gibi dolaşan Drew, son maçta 22 dakika sahada kalıp 6/7 isabetle 14 sayı 6 ribaund 2 blokla dağıttı Rockets pota altını. Bu seride karşısında Rockets pota altı olmayacak ama, bunu hesaba katmak gerek. Kenyon Martin, Nene ve Chris Andersen'den oluşan inanılmaz sert ve aktif bir frontcourt'a sahip Nuggets, karşılarında sertlik görünce pısan Gasol ve bir gelip bir giden Bynum olduğunu düşününce, işler kolay olmayacak gibi Lakers için. Kobe'nin Rockets serisinden çok daha etkili olmasını bekliyorum bu seride, karşısında Battier-Artest gibi savunmacılarının olmayışını geçtim, bu seride aldığı onca eleştiriden sonra pusup kalacağını sanmıyorum ben hiç, mutlaka bir cevap verecektir cümle aleme. Fisher bildiği tüm duaları etsin, şu aşamadan sonra Billups'a karşı yapacağı pek başka bir şey yok gibi zira...
Cavaliers-Magic: Sonucu belli bir seri desek yanlış olmaz sanırım, Orlando'nun şu seriyi kazanması çok büyük bir basketbol mucizesinin gerçekleşmesi demek zira. Her şeyden önce tecrübe açısından bir adım önde Cavaliers. LeBron genç yaşına rağmen buraların havasını iyi bilen bir adam, Magic ise Hardaway'li Shaq'li döneminden sonra ilk kez yükseliyor konferans finallerine. Diğer endişe yaratan konu, Magic'li oyuncuların tecrübesiz oluşunun dışında sorumluluktan gereğinden fazla kaçmaları, baskıyı Hidayet dışında kaldırabilen tek bir oyuncunun olmaması. Celtics serisinin ilk maçında 28 sayı öne geçtikleri maçı veriyorlardı, şans biraz Celt'lerin yanında olsa. 6. maçta, yine Garden'da 9 dakika kala 14 sayı farkla önde oldukları maçı kaybettiler son 5 dakikada basket dahi atamayarak. Son maçta Hidayet bu kadar aşırı bir performans göstermese, buraya bile gelemeyebilirlerdi. Ve bu seride, baskıyı kaldırabilen tek oyuncu dediğimiz Hidayet'in karşısında da LeBron olacak. Howard dışındaki tüm eşleşmelerde Cavaliers'li oyuncuların avantajı mevcut, ki bench'ler için de aynı durum geçerli. Howard'ın takımı sırtına alıp tek başına taşıyacak bir yapısı da yok bana kalırsa, zira 1'e 1 hücumda sayı üretmek için herhangi silahı yok, bu da takımın sıkıştığı anlarda devreye girecek oyuncu bulma sıkıntısı yaşayabileceği anlamına geliyor.
Bu arada yazının başında Hidayet genel olarak play-off'ta beklentileri karşılayamadı demiştik ama insaflı olmak gerek biraz sanki. İlk turda Igoudala, ikinci turda Pierce'la eşleşti, şimdi de LeBron olacak karşısında. Her ne kadar düşük bir ihtimal olsa da finale çıkılması halinde derin bir "oh" çekecek gibi Hidayet, zira karşısında Ariza olacak. Tabii Lakers, Nuggets'a elenmezse. Öyle bir durum söz konusu olursa, Hidayet için haberler yine kötü: Carmelo Anthony...
17 Mayıs 2009 Pazar
Bir Kez Daha...
Ferguson'un maçın sonlarında ne kadar heyecanlı olduğu anlaşılabiliyordu televizyon ekranlarından. Kendisi de "tarihteki en uzun 90 dakika" olarak tanımlamış dünkü maçı. 19. şampiyonluğun önemini de açıkça vurgulamış, çok istiyor belli. Premier Lig kurulduğundan beri forma giyen tek oyuncu olma özelliğini taşıyan Giggs'in de 11. şampiyonluğu oldu bu Manchester United'la birlikte. İşin ilginç yanı, Manchester bu şampiyonlukların yalnızca 2'sini Old Trafford'da kutlayabildi. Düne kadar kazandıkları 10 şampiyonluktan yalnızca 1'ini Old Trafford'da, taraftarları önünde kesinleştirebilmişlerdi...
Cristiano Ronaldo kalacak mı gidecek mi tartışmaları arasında ligde 18, toplamda 26 golle tamamladı yine sezonu. 3 sezondan beri Manchester United'ın en golcü oyuncusu konumunda. 2006-07'de 23, 2007-08'de 42 gol atmıştı Portekizli. Son 3 sezonda attığı toplam gol sayısı 91. Böyle bir futbolcunun teknik direktörüyle yaşadığı münakaşalarda daha baskın olan taraf olmasını beklersiniz değil mi? Ama bu takımda işler öyle değil. Manchester halkı ikilinin yaşadığı tartışmada bu efsanenin yaratıcısı olan Ferguson'un yanında durdu net bir şekilde ve doğru olanı da yaptıkları kesin...
Gündem Eurovision, o yüzden oradan bir örnek vermekte sakınca görmüyorum. Her yıl Eurovision'da istisnasız bir şekilde sunucu Bülend Özveren, "1975'te Semiha Yankı ile başlayan yolculuk..." tadında bir giriş yapar, arkasını artık kılıfına göre uydurur. Alex Ferguson da muhtemelen bundan 15-20 yıl sonra aynı şekilde hatırlanacak. "Ferguson'un 1990'ların başında Schmeichel, Irwin, Cantona'larla başladığı yolculuk; Yorke, Cole, Beckham'larla; Ruud, Roy, Ferdinand'larla; Cristiano, Wayne, Vidic'lerle........".....